Ezmemeyi eziklik sayarlar

Ezmemeyi eziklik sayarlar !
Tolga iyi bir çocuktu. Kelimenin tam anlamıyla iyi olduğunu o zaman, lise birinci sınıf öğrencisi olduğum o yıl, öyle düşünmemiştim. Ama benden ve odadakilerin geri kalanından farklı bir yanı vardı; nasıl desem, ‘saf’ gibi. Bu saflığını zaman zaman ‘salak’lık olarak görüp kendisine belirtmeyi marifet sanmakla kalmaz, olmadık hareketlerle rahatsız ederdik. Tolga her akşam vakitlice pijamalarını giyer, terliklerini şıpırdatarak banyoya gidip ayaklarını yıkar, dişlerini fırçalar, sonra da gelip çarşaflarını düzenli değiştirdiği yatağına kıvrılırdı. Bu eylemlerin hiç birisini biz (diğerleri) yapmadığımız için onun bu titizliğine içten içe  öfkelenirdik. Tepesindeki beyaz floresan saatler boyu açıkken ve odanın diğer sakinleri olanca gürültüyü yaparken uyumaya çalışırdı. Sabah erken kalkıp bizler uyurken rahatça ders çalışabilsin diye…  O zaman onun uykusunu bozmak bir görev olurdu; uyandırıp saati sormak, müziği açmak, sigara dumanını yüzüne üflemek gibi bildiğimiz zorbaca eylemlerle rahatını kaçırmaya çalıştığımızda Tolga saati söyler, müziği kısmamızı rica eder, elleriyle dumanı dağıtırdı. Sadece bizim davranışımızın doğal sonucu olan hareketi yapar, fazladan ne bir sözü ne bir eylemi olurdu. Günümüz ölçütleriyle ‘ezik’ olarak tanımlanabilirdi. Kendine saldırana bile savunmanın bir adım ötesinde tepki vermez, ‘zararsız’ birisiydi. ‘iyi çocuk’ diye düşünürdük. Iyiliği bizim ‘kötülüğümüze’ cevap vermemesinde, küsmemesinde, kızmamasındaydı. Bizim için ‘İyi’ydi.
Tolga’yı lise sonrasında epey bir süre görmedim. Tıp fakültesi bitip de sonrasında hepimizin kendi ayaklarımız üzerinde durma yollarını aradığı yıllarda, yanıbaşımızdaki hayatın dışına çıkmak zordu. Gözden ırak, gönülde ırak yılları 30’lu yaşların sonuna doğru bitince,  eski ilişkiler canlanmaya başladı. Tolga’ya bir mezunlar gününde rastladım. Okuldaki öğrencilerin her birisini tanıdığını fark ettiğimde biraz şaşırdım. Binalara rahatça girip çıkıyor, sanki dün akşam okuldan çıkmış da bugün gelmiş gibi insanlarla, patikalarla, merdivenlerle, koridorlarla aşina gözüküyordu. Yıllarca yatıp kalktığımız odayı ziyaret etmeye gittiğimizde odadaki ranzaların alt katlarındaki yataklara çöküp oturduğumuzda bunu sordum. ‘Evet, en son dün akşam buradaydım’ dedi.
Okulun yıllar içinde yıpranmış binalarını, gözden çıkartılmış öğrenci kimliğini, bezdirilmiş öğretmenlerini toparlamaya çalışan tek tük eski mezundan birisiydi. Resmi bir görevi yoktu, başkan maşkan değildi. Içi rahat etmiyor, bizim keyfini sürdüğümüz, olanaklarını sonuna kadar kullandığımız okulda yeni kuşakların harcanmasına razı olmadığı için hayatının önemli bir bölümünü okulda çocuklarla ve öğretmenlerle geçiriyordu. Yaptıklarını ağzım açık dinlerken kıskançlık ile hayranlık arasında kaldım.
O gün mezunlar toplantısında 30-40 yıl sonra hepimizin nerede olduğunu, ne yaptığını anlamaya çalıştık. Kimseyi ezmemiş, kimseye zarar vermemiş olmayı ‘delikanlı’ kültüründe ‘ezik’lik olarak adlandıranların hayatlarının kalanında kimseye bir yarar sağlamamış olduğunu gördüm. Kendisine zarar veren arkadaşlarına zarar vermeyi akıl edemeyen Tolga ise iyiydi ve iyi kalmıştı. Iyiliğinin ışığı onyıllar sonrasına düşmekteydi.

3 comments

  1. Anonymous

    iyilik ve saflıkta kimi zaman karıştırılıyor. İyi insan; duyar, görür ve bilir ama kimi zaman duyduğunuz duymaz, gördüğünü görmez ve bildiğini bilmez …Yaşasın iyilik diyenlerdenim, sevgiler, Burçay

  2. 5 yaşındaki kızıma, kendını koru sana vurana sen de vur, elinden oyuncagın alındığında çekip al gıbı “kendımce” önerilerde bulunup ezılmemesını ezik olmamasını ogutluyorum. Ne zor…