Okullar Olmadan Olmaz: Yoksulluk, Eşitlik, Pandemi ve Okul

Okulların neden önemli ve gerekli olduğunu anlatmaya çalışacağım bir sunum yapmak, yazı yazmak hiç aklıma gelmezdi. Üstelik bunu defalarca yaptım. Yıllardır okulların yetersizliğinden ve eğitim düzeninin çocuklara verdiği zararlar üzerinde konuşulduktan sonra şimdi pandemi sürecinde okulların kapatılmasıyla birlikte okulların geliştirici potansiyeli düşük bir eğitim sistemi uygulasalar bile “olmazsa olmaz” olduğunu söylemek zorundayız. Bir tür yoklukla terbiye olmak gibi gözükse de, bu “okul olmazsa olmaz” bildirgesi sistemin düzeltilmesi, yenilenmesi ve her türlü bilimdışılıktan arındırılması ve kişinin toptan gelişimine dönük olarak tasarlanması taleplerini bir kenara bıraktık anlamına gelmemeli. Ancak sadece çocuklar ve ergenlerin evleri dışında, birbirleriyle ve onlara destek olmaya çalışan yetişkinlerle bir öğrenme ve gelişme çabası içinde olmaları bile o hiç beğenmediğimiz okulların varlığına titizlenmemiz için bir gerekçe.

Bu yazıyı pandemi öncesinde yazmış olsaydım ve konusu da olası bir felaket durumunda okulları açık tutmak neden bir öncelik olmalıdır olsaydı, diye düşüneyim. Zira pandemiye özgü sağlık önlemlerinin, aşılanmanın, test gerekliliğinin önemi gibi tartışmaları konunun doğrudan ehli birçok meslektaşım zaten yürütmekte; üstelik güncel verilere bakarak sürekli yenilenmesi gereken, esnek tutumlar gerektiren bir konu. Pandemi gibi başka birçok felaket yaşayabiliriz, bu felaketler okulların işleyişini engelleyebilir, aksatabilir. Ama okulun öncelikli bir yer olduğunu tekrar tekrar öğrenmek gerekmesin diye aklımıza kazımalıyız.

Bu yazıda okulun “her şeyden önce”liğini hatırlatmayı amaçladım. Çünkü şimdi en üst düzey yetkililerin ağzından duyduğumuz “ilk açılan ve son kapanan” ifadesini duymak için başta Türk Tabipleri Birliği gibi kuruluşlar bir yılı aşkın zamandır didiniyor. Olsun, “geç olsun güç olmasın” diyebilmek isterdim, ama okulların açık tutulmasının bir öncelik olarak tanımlanması geç olmakla kalmadı, çocukların yaşamında giderilmesi çok emek gerektirecek güçlükler, telafisi zor kayıplar yarattı.

Türk Toraks Derneği, TTB gibi hekim kuruluşlarının okullar ve eğitim ortamlarının güvenli ve açık tutulmasına dönük ürettikleri bilgi, kılavuz ve kurallara bakınca neden eğitim alanındaki konuya bu kadar ilgi gösterdiklerini sorgulayan oldu. Yetkililerin dolduramadığı boşluğa dönük bu çalışmalar sağlık alanında çalışanların asli işi. Çocuklarla çalışan çocuk hekimleri, çocuk ruh hekimleri, aile hekimleri gibi dallardakilerle sınırlı kalmayan bu ilginin nedeni basit: hekimlerin görevi hastalık tedavisinin ötesinde tüm çocukların ruhsal ve bedensel gelişimini engelleyici unsurları ortadan kaldırmak, pandemiye bağlı değişiklikler nedeni ile ortaya çıkan sorunları düzeltmenin yanısıra bu sorunları yaratan koşulları değiştirerek zararı önlemek..

Okullar ve pandemiden söz ederken, çocukların ruh sağlığı ve gelişiminde oynadığı rolün nasıl etkilendiğini ele alırken, yol ayrımı sorusu: “Hangi okullar?” Okulun Türkiye’nin neresinde olduğu, hangi sosyoekonomik kitlenin çocuklarını, hangi yaş grubunu kapsadığı gibi değişkenler okulun, kişinin ve toplumun hayatındaki yerini belirliyor.

Ülkemizdeki çocuklarının çok büyük bir kısmının eğitim ve sağlık hizmetleri kamusal kaynaklarla karşılanıyor; yoksul ve dar gelirli katmanlardaki çocukların gittiği okullar ile bırakın özel okulları, daha üst gelir gruplarındakilerin gittikleri kamu okulları arasında bile farklar çok fazla. Örneğin, sınıf nüfusu kıyaslamalarında kendini belli eden bu fark, kalabalık sınıflı okullarda dikkat ve öğrenme sorunlarını neredeyse diğer okulların 3 katına çekebiliyor. Okula devam sorunları ya da zorbalık gibi okul ruh sağlığı ve okulun sosyal duygusal iklimi ile ilişkili sorunlar da yoksul/düşük gelirli çocukların olduğu okullarda daha sık. Bu okullardaki öğretmen ve yöneticilerin daha çok yıprandığını, öğrencilerinin (ve ailelerinin) içinde olduğu kıskaca onların da bir biçimde yakalandığını görüyoruz. Pandemi zaten var olan bu eşitsizliklerin üzerine gelip eklendiğinde yeni problemler çıkarttığı gibi var olan problemleri katlayarak eşitsizlik uçurumunu da genişletti. Basında ve sosyal medyadaki tartışmalarda okulların kapalı kalması ve açılamamasının sonuçlarından en çok neler konuşuldu diye bakarsak, uzaktan eğitimin toplumun büyük kesimi için gündemde bile olmayan birçok detayının okul devamsızlığı artan, evdeki çatışma ve şiddetin etkilediği, öğrenme fırsatlarını kaçıran çocuklardan daha çok ilgi çekmiş gözüküyor. Yoksul ve dar gelirli katmanlardan çocuklarla değişik dezavantajları olan (özel gereksinimli, sığınmacı, kronik sağlık sorunları gibi) çocuklar için okulun kapalı kalması hayata açılan bir pencerenin kapalı kalması gibi oldu.

Yoksulluğun beyin gelişimi üzerine etkilerini daha önce değişik yazılarda dile getirmiştim. Kısaca hatırlatırsam, beynin kıvrımları ölçüsünde artan beyin yüzeyi bilişsel gelişim ile doğru orantılı. Ancak beyin yüzeyi de yoksulluk derinleştiğinde “küçülüyor”, düşük gelir gruplarında beyin gelişimi daha yavaşlıyor. Beyin gelişimindeki bu negatif farklılaşma bilişsel kazanımlara yansıyor, odaklanmakta ve öğrenmekte zorluk, peşi sıra başarısızlık geliyor. Okul, zor koşullarda büyüyen ve ev koşullarında gelişimi bir türlü hızlanamayan milyonlarca çocuk için büyük bir gelişim fırsatı sunuyor. Eşitsizliğin derinleşmesini önleyerek bir “eşitleyici” rol oynuyor. Toplum adına.

Okulları açık tutma kararına giden yolda “okul en çok kime lazım?” sorusuna cevap aramaya, eşitsizliğin yoksulluk ve zor koşullar tarafındaki çocuklardan başlamalıyız. Özellikle yoksulluk ve eşitsizliğin giderek arttığı, toplumsal huzuru ve barışı etkileyen bir noktaya geldiği ülkemiz ve Amerika B.D. gibi toplumlarda, okulun eşitleyici etkisini arttırmak öncelikli gözüküyor.  Okulun bu eşitleyici etkisinden yararlanmayı belirleyen etkenlerin başında ise “okula devam” geliyor. Okula devamlı öğrenciler bu devam ne kadar uzun süreli ise o kadar çok yararlanıyorlar. Hem akademik hem psikolojik gelişimleri yıl boyu süren ve kesintilerin az olduğu bir okul düzenine bağlı. Devamlılık ve gelişim arasındaki bu pozitif bağlantı en çok düşük sosyoekonomik düzeydeki öğrenciler için geçerli. İşin kötüsü, en çok devamsızlık da aynı kesimdeki öğrencilerde. Okul açık olduğunda bile düşük gelirli ve dezavantajlı gruplarda çok erkenden çalışma hayatına girme, ev emekçisi olma gibi sebeplerle devam aksıyor, okuldan kopma kolaylaşıyor. Bu gözle bakıldığında okulların açık tutulmasının sınavlara tam hazırlanmak, dersleri daha iyi öğrenmek gibi gerekçelerin yanı sıra aynı zamanda toplumun barışını ve refahını bozucu en önemli unsur olan eşitsizliğin giderilmesi açısından önemi yüksek.

Okul aynı zamanda birlikte yaşamayı öğrenme yeri olarak toplumsal barışın oluşumunda kritik bir rol oynuyor, ya da oynayabilir. Başkalarıyla birlikte olma arzusunun özellikle çocuklar ve ergenlerde ne kadar güçlü olduğunu, şimdi dönüp baktığımızda onları aylarca evde kapalı tuttuğumuz dönemde görebildik. Başkalarıyla birlikte olmanın gerektirdiği iletişim, uzlaşma ve sevebilme yetilerinin ortaya çıkması, gelişmesi ve şekillenmesi okulda oluyor.

Özdenetim, çalışmayı öğrenme, temel okuma yazma gibi becerileri ve buna dayalı olarak gelişen muhakeme ve dünyayı anlama becerileri 5-12 yaş döneminde gelişirken  okul ortamının çerçevesi kritik bir rol oynuyor. Sınırların sağlandığı, neyin nasıl olduğu konusunda herkesin uymasının beklendiği bir yapılanmanın bulunduğu ve tutarlı mesajların verildiği okullarda çocuklar kendilerini güvende hisseder; bu güvende hissediş zihinsel kaynakların gelişim amaçlı kullanımına imkân verir. Tam tersi koşullar, düzensizlik, tutarsızlık, duygusal ve fiziksel şiddet ise zihinsel kaynakları güvenlik arayışında tüketir. Düşük gelirli, yoksul ya da azınlık veya sığınmacı ailelerde aile içindeki düzeni ve iletişimi de bozan bir “yapısal şiddet” ailenin bütün üyelerini ama en çok çocukları, çocuklar içinde de en çok özel gereksinimli, kronik sağlık sorunları olan çocukları etkiler. Aileler çocuğun ihtiyacı olan güven ve güvenliği sağlamakta zorlanırlar, okul bir güvenli alan alternatifi oluşturur. Bu güvenli alan açık tutulmalıdır.

Okulun öğrencilerle birlikte ruhunu oluşturan öğretmenlerin ruhsal durumu okulun işlevlerini yerine getirmesini etkiler. Okulun açık tutulamaması, uzaktan öğretimin eğitim ihtiyacını karşılayamamış olması birçok öğretmenin yaptıkları işin anlamından kuşku duymasına yol açtı. Okulların açıldığı bu dönemde öğretmenlerin mesleki toparlanmaları ile ruhsal yorgunluğu aşmaları eş zamanlı bir hedef olmalı; öğretmenlerin öğrencileriyle tekrar bir arada olacakları ilk haftalarda geçtiğimiz bir buçuk yılın duygusal muhasebesini yapmalarına yardımcı olacak resmi programların varlığı sevindirici. Bu uygulamaların pandeminin yıpratıcı etkilerine karşı dayanışma ve iş birliğine dayalı sosyal duygusal iklim oluşturması için tüm seneye yayılması, öğrencilerine destek olmak isteyen öğretmenlerin aktif desteklenmesi gerekecek.