guvenlikyoksa

Güvenlik yoksa güven de yok

İçinde olduğumuz dönemin olağan dışılığını tartışmak için yeterli bilgi ve veriye sahip olduğumuz söylenemez. Yaşadığımız zorlu ve can yakıcı olayların kökenlerini ruhsal dünyalarımızda aramak, yaptığının doğruluğuna ve ahlakiliğine sonuna kadar inanmış vicdanı huzurlu bombacıların, kurbanları ıslıklayıp katillere alkış tutanların ya da bu karmaşık ruh hallerini körükleyen iktidar sahiplerinin psikolojilerinden giderek sosyal ve politik olayları açıklamaya çalışmak bizi yetersiz ya da eksik sonuçlara götürebilir. Ancak yaşananların bireyler üzerindeki net psikolojik etkilerini gözleyebiliriz. Güvenlik ihtiyacının hızla arttığı, korku ve kaygının egemen duygu olduğu, kendine ve başkalarına güvenin sarsıldığı bir zaman diliminde yeni kuşakların gelişimi nasıl etkilenecektir? Bu soruyu önümüzdeki haftalarda ele almaya çalışacağım. Ancak, sorunun (günümüzde en şiddetli şeklini almakla beraber) günümüze özgü ya da sınırlı olmadığını düşünüyorum. 2009’da yazdığım bir yazıdan aktaracaklarımla konuyu tartışmaya başlayacağım:

Çocuk yetiştirme alışkanlıkları toplumun işleyişine ilişkin ipuçları taşır. Ne de olsa, “bugünün küçükleri yarının büyükleri”dir, ve bu böylece devam edip gider. Kriz dönemlerinde, toplumsal uyuşmazlık ve çatışmaların öne geçtiği durumlarda, sorunlara nasıl yaklaşılacağının ipuçlarını, anneler ve çocuklarına bakarak bulmayı deneyebiliriz.

Annelerin çocuklarına nasıl yaklaştığını inceleme amacıyla Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 10 ülkede 2006-7’de yapılmış bir araştırma (Singer ve Singer, Unilever kampanyaları için), ülkemiz annelerinin çocuklarını büyütürken nasıl düşündükleri ve davrandıklarını başka ülkedekilerle kıyaslamalı olarak gösteren ilginç bulgular ortaya çıkartmıştı. Hatırlatayım:

Temel sorular, çocuklar ev dışında oynamaları, bunun yararları, ve ne ölçüde mümkün olduğu üzerine kurulmuştu. Çocukların (evin) dışında özgürce oynuyor olmasının önemini net ve doğru biçimde kavrayan annelerin oranı ülkemizde % 86 iken (dünyadaki en yüksek oran), Türkiye’deki çocukların evden dışarıda, parklarda, bahçelerde, sokakta oynama oranlarına baktığımızda gördüğümüz oran ise, çarpıcı biçimde düşük: %28 (dünyadaki en düşük oran, dünya ortalaması % 60).  ‘Çocuklar oynamalı, çok faydalı; ama bizimkiler değil’ anlamına gelen çelişkili bir sonuç. Peki, ama neden? Çocuklarını kendi kaygıları sebebiyle evde tuttuklarını, “sokağa, dışarı salmadıklarını” söyleyen annelerin oranı dünyada % 45, Türkiye’de % 83.Annelerimize “Peki ama sizi tam olarak ne kaygılandırıyor ki, çocuklarınıza yararlı olduğunuza inandığınız halde, onları yaşayarak öğrenme hakkından yoksun bırakacak biçimde evde tutuyorsunuz, dışarı bırakamıyorsunuz” diye tek tek sorulduğundaki yanıtlar, annelerin düşünüşlerini ve duygularını yansıtıyor: “dışarısı güvenli değil (Türkiye % 83, dünya %65), bir yerlerine bir şey olur, düşer bir taraflarını incitirler (Türkiye %75, dünya ortalaması %57), (üşütür) hasta olurlar” (Türkiye %48, dünya  ortalaması %31)…

Annelerin çoğu, çocuklarına her an bir zarar gelme olasılığını akıllarına getiriyorlar. Bu olasılıkları düşünme eğiliminin evrensel olduğunu, en çok gebelik ve doğumdan sonraki ilk birkaç yıl boyunca yoğun olduğunu gösteren sayısız araştırma var. Ancak ülkemizdeki annelerde bu kaygılar hiç hafiflemiyor. Annelerin çocukların yaşayarak öğrenmesinin önemine inanmalarına rağmen, çocuklarına zarar gelebileceği kaygısı ile, çocuğu ev dışına, kendi haline bırakmaya içleri elvermiyor.

Kendine güvensin, n’aparsa yapsın. “Peki, çocuklara özgürce oynama, gelişme olanağı tanınsa, ne kazanmalarını beklersiniz?” diye sorsak: kendine güven (% 59; aynı beklenti oranı özgüven şampiyonu Amerikalılar için  % 20). Sosyal anlamdaki gelişim, yardımlaşma, işbirliği ve arkadaşlık gibi beklentiler ise, daha arka planda kalıyor (ülkemizde % 38, Amerikalılarda % 60 ). Çocukların geleceğine dönük  beklentileri (annelere) sorulduğunda ise, “daha güvenli” bir gelecek umduklarını söylemeleri de ruh hallerini yansıtıyor. Türkçe’deki (kendinden) emin olma ile emniyet, (öz) güvenli olma ile güvenlik kelimeleri arasında kurabildiğimiz ilişkileri, İngilizce’deki confidence ve safety (ya da security) kelimeleri arasında kuramadığımıza dikkatinizi çekmek isterim. Her lisan ait olduğu kültürün önceliklerini ve eğilimlerini yansıtır. Bilmiyorum, başlıca beklentileri olan güvenden annelerimizin anladıkları, altta kalmama, kendini ezdirmeme (gerekirse, başkasını ezme) gibi, klinik görüşmelerde olsun, toplum eğitim çalışmalarında olsun, çok sık dile getirilen, sonuçta yine güvenlikle ilgili bazı davranışlar mı? Güvenliğin olmadığı yerde, güven hissinin gelişmesi de mümkün değil.

Ülkemizin çocuk yetiştirme kültüründe çocuğun sadece ekonomik değer taşımaktan çıkıp giderek psikolojik bir değer kazanması, hem sosyo-ekonomik açıdan farklı toplumsal kesimler, hem aynı kesimden kuşaklar arasında, çocuklara yaklaşım açısından önemli farklara yol açıyor.. Bir yanda geleneksel olarak bağımlılığı körükleyen, bağımsız birey olma yolunda yetiştirmekten uzak duran, itaate ve söz dinlemeye önem veren yaklaşım. Az ötede, çocukların özerk, kendine güvenli olmasını, yaşayarak deneyerek  öğrenmesini isterken, bunun aileden uzaklaşmaya yol açacak düzeye varmasından, kopmalardan kaygı duyan yaklaşım. Üçüncü bir yaklaşım gerekli, ama henüz ortada yok.

Annelerin yaklaşımlarını, ülkemize yön verenlerin topluma bakış açısına benzetmemek mümkün değil. Ne de olsa, (Oğuz Atay’ın betimlemesindeki gibi) çocuk kalmış milletimizin ebeveyn ihtiyacı sürgit devam ediyor.