babacocuk

Babalar ve çocukları

Babaların çocukların hayatındaki yeri nedir? Bu yer çocukların psikolojik ve sosyal gelişimine nasıl etkide bulunur? Son 5 yıldır babalar ve çocuklarının ilişkisini inceleyen araştırmacıları çokça dinleme fırsatı buldum, araştırmalarını öncelikle okudum. Ülkemizde AÇEV’in öncülüğünde gerçekleşen baba destek programlarını yürüten grup liderleri ve katılımcılar ile değişik kentlerde tanışıp konuştum. Araştırmaları ve izlenimlerimin özetini sloganlaştırılayım desem, “Büyümek babasız olmaz, olsa da zor olur” cümlesini kurarım. Her sloganlaştırma ile artan hata payını unutmadan, neden böyle düşündüğümü açıklayayım.

Babasız büyümek deyince babanın çocuğun büyümesi boyunca fiziki yokluğundan ziyade psikososyal yokluğunu kastediyorum. Baba destek programlarının özünü de babaların çocuğun hayatındaki psikolojik etkilerini güçlendirmek oluşturuyor. Babanın çocuğun hayatında ve bakımında erkenden yer aldığı durumlarda, o andaki etkileşimin güzelliği ve keyfinin ötesindeki kazanımlar çocukla ömür boyu kalıyor. 
Yüz ailenin bebeklikten ergenliğe takip edildiği bir çalışmada (Feldman ve ark., 2013) baba ile ilişki kalitesi oranında çocuğun sosyal yetkinliği artıyor. Sosyal yetkinliği artan çocuk ‘sorunları başkalarına saldırarak çözmek’ yerine ‘müzakere’ yollarını kullanıyor. Çocuğun müzakeresi ne olur demeyin, nazlanmaktan tutun açıkları yakalayıp mahcup etmeye dek uzanan ‘sosyal davranışlar’ karşıdakine zarar vermeksizin hakkını alma araçları olarak görülebilirler. Başkasına zarar vermemeyi ve kendi haklarıyla başkalarının hakları arasındaki dengeyi kurmayı öğrenmek için baba ile zaman kurmak yetecekse, bütün babalara bunu bir mecburi hizmet olarak koyalım diye düşünüyor insan. Sadece babalar bebeklerle ve küçük çocuklarla ne yapacağını bilemediklerini söyleyip, “Zamanı bulsak da nasıl geçireceğiz?” diye sorduklarında ne diyeceğimize karar vermek lazım. 
Zira ‘kaliteli zaman’ kavramı ile kafasını rahatlatmış modern zaman anne-babasına “Elindeki cep telefonunu bir kenara bırak” demek bile cesaret ister.

İşin şakası bir yana, bebeğin ihtiyaçlarını karşılamakla başlayacak bir ‘sürece katılım’ bebeğin cazibesi ile kendiliğinden sürecektir. Bebek/küçük çocuk ne yapacağınızı genellikle söyler, söylemese de sezdirir. Babanın yapması beklenen o anda sadece bebek/çocuğa odaklanmaktır. Bebekten gelen sinyalleri okuyarak davranmak yetecektir. Gülüyorsa güleriz, suratını buruşturuyorsa aynısını yapar, karnını ovarız, barsak hareketlerini kolaylaştırıp belki ağrısını azaltırız diye. 
Sıkılma olasılığı babayı bebeğe yakınlaşma fikrinden biraz uzaklaştırsa da, ilk adımı atmasına yardım edilen her baba bebeğe ısındı mı, bir daha bırakmıyor.

Peki, baba bebeğin ve çocuğun hayatında olmasa ne olur? Çocuğun 10 ve 16 yaşlarındaki ölçümlerde sosyal uyumu (toplum içinde kendisine anlamlı bir yer edinmişliği) babanın hayatında yer alışı ölçüsünde artıp azalıyor (Grossman, 2002). Peki, hayatında yer almak ya da zaman ayırmak gibi araştırma değişkenleri ‘gerçek’ hayatta her zaman aynı anlamı taşır mı? 
Örneğin ‘şiddete meyilli’ babalar, çocukların ipuçlarına göre değil kendi keyiflerine göre ilgi gösteriyorlar. Çocuğunu ‘çok sevdiğini’ söyleyen, ama bir sebeple bu yakınlığı daha ziyade korkutma (varlığı ya da yokluğuyla) üzerine kuran babaların çocukları için ‘daha fazla beraber zaman geçirme’ fikri bile bir kabus. Başkalarına zarar vermeyi meşru gören keyfi ortamdaki keyifli anlar bile geleceğe olumsuz etki gösterebilir. Çocukların babalarına ilişkin duygusu ‘uzaklık ve korku’ olarak belleklerine kaydedildiğinde, gelecekteki hayatlarında şiddete daha çok yer olabilir. Babaları bebeğin ve çocuğun büyütülmesinin doğal parçası yapmanın yollarını çoğaltmalıyız. AÇEV’in baba destek programı ve onun doğurduğu değişik gruplar bu hedefe dönük çalışıyorlar. 
Diğer yandan, babaların ‘performans’ı sadece kendi çabalarıyla orantılı değil.

Erzurum’da 6-7 yıl önce bir düğün salonunda toplanmış kalabalık bir toplulukla anne-babalık sohbeti yapıyorduk. Konuşmamın bir bölümünde anneler ve babaların bebeklerinin yüzünü gördüklerinde nasıl etkilendiklerini inceleyen bir araştırmadan bahsettim. Bebeğinin yüzüne bakarken annenin beyninde korku ve endişe anında aktifleşen bölgeler aşırı çalışıyor, babanın beyninde ise başlangıçta pek bir hareket gözlenmiyordu. Baba beynindeki benzer değişiklikler ise ancak bebekle geçirilen zaman ve verilen emek ölçüsünde bir süratle ortaya çıkıyordu.
Bu araştırmaları dinleyen seyircilerden orta yaşın üzerinde bir erkek söz alıp, ‘doktor bey, bu dediğin doğru, ama biz bebekle zaman geçirmek istesek bile, bu kadınlar bizi bırakmıyor, sen anlamazsın, git, karışma, diye bizi kahveye camiye yolluyor,’ dedi. Salonun kadınlar tarafından bir kadın, ‘bebeği biz yaptık, sizi baba yapmak da bizim işimiz oldu artık’ diye cevap verince, bir alkış koptu.
  Hem annelerin hem babaların aklına yatan bu ‘çözüm’, ortaklaşa anne-babalığın direksiyonunu anneye veriyor. Kültür, sosyal alışkanlıklar, cinsiyet rolleri gibi etkenlerin hesaba katılmasıyla bulunacak çözümler ‘babasız büyümeyi’, bir tür ‘varlık içinde yokluk çekmeyi’ engelleyebilir. Bunun için babaların kendi gerçek rollerinin farkına varması, çocuklarına olan görevlerini hatırlaması ve onlara başkalarına zarar vermemeyi öğretmesi yeterli olabilir.