benden-nefret-ediyor-musun

Neler oluyor şimdiki çocuklara?

Babamı “sushi vardı da, biz mi yemedik?” ya da “aypod vardı da biz mi kullanmadık?” derken gözümün önüne getirebiliyorum…

Büyüklerimle aramda bir kuşak farkı olduğuna ilk ne zaman dikkat ettim? Daha doğrusu, aradaki farkın bir “kuşak” farkı olduğunu ne zaman düşündüm, hatırlamıyorum. Çocukken çoğumuz, büyüklerin sevdiği yemekleri pek sevmez, onların gündelik faaliyetlerini, alışkanlıklarını, dinledikleri müziği, arkadaşları ile konuştuklarını anlamsız ve sıkıcı buluruz. Büyükler de, bu burun kıvırmanın geçici bir çocukluk hastalığı olduğunu, büyüdükçe anlayacağımızı söyleyip durumu geçiştirirler. İşin ilginci, dedikleri doğru çıkar. Tabii, eğlencelerimizin, yediklerimiz ve içtiklerimizin onların bir zamanlar sevdikleri ile aynı olmaması çok doğal. Babamı “sushi vardı da, biz mi yemedik?” ya da “aypod vardı da biz mi kullanmadık?” derken gözümün önüne getirebiliyorum.

Bizden önceki kuşaklarla, kuşak farkı konusunda aynı ve ortak olan yanımız, bizim de çocuklarımıza sıkıcı gelebilecek bir çok alışkanlığımızın varlığı, çocuklarımızın çok iyi anladığı bir çok şeyden onlar kadar anlamamız… Tuşlu chazları kastediyorum. Onlar da kalemle yazıp çizmekten bizim kadar anlamıyorlar, ne yapalım?

Dönüp dolaşıp, sonunda, biz de kuşak farkı denklemindeki “eşittir” işaretinin öbür yanına geçmiş gibiyiz. Kuşaklar arasındaki fark, bir cebirsel ifadedeki “delta” ise, o delta her dönem ve her kuşakta sürmekte. Pek değişmeden. Ya da, bir çok yorumcu ya da düşünüre göre fark değişiyor. Kuşak farkı büyüyerek, katlanarak sürmekte. Benimle babam arasındaki fark 1 delta ise, benimle çocuklarım arasındaki 5 ya da 10 delta diyen çok… Bu ay katıldığım cnbc-e’deki Finans Kafe programında Gülay Afşar’ın sorduğu soru da, tam bu konuda, kuşak farkının ne kadar büyük olduğu hakkında idi. Son kitabımı (Kalbinle Düşün Aklınla Hisset) tanıtma gayretimden, bu konuyu orada irdelemeye kendime zaman bırakmadım.

Soruya döneyim. Bizden öncekilerden ne kadar farklıyız? Bizden sonrakiler bize göre ne açıdan, ne kadar, kaç delta farklılar?

Hayat bizimle başladı. Hayat, her kuşak için geçerli olabilecek bir varsayımla, bizimle başladı, bizden öncekiler boş durmuş, gibi gelir. En önemli buluşlar, en büyük ilerlemeler, her şeyin en iyisi ve önemlisi bizim dönemimizde olmuştur. Bizden öncekiler, bugün bizim anladıklarımızdan pek bir şey anlamaz gözüktükleri, bize özgü saydığımız durumlara ayak uydurmakta zorlandıkları için onları kolayca “demode”.sayabiliriz.

Moda da nesi? üretimin aşırı fazlalaşması sonucunda, üretilenleri tükettirmekten öte bir alam taşımayan “moda”, yeniye düşkünlük zaafımızı gıdıklayarak, önceki kuşaklar gibi olmama, eskiden kurtulma arzumuza iktisadi bir anlam getiriyor olabilir.

Modaya uymayan geçersiz midir? Modaya uymayan ya da modası geçmiş olanın geçersiz ve eskimiş olacağı düşüncesi ne zamandır hayatımıza yön veriyor? Adı moda olmasa da, bugünkü uygulamalar ile dünden kalanlar arasında bir fark olduğu gerçeğini, eski yunan klasiklerinde de, ortaçağdan kalma batılı ya da doğulu düşünürlerin yazmalarında da görebiliyoruz.

O zaman, moda, kuşak çatışması gibi kavramların bu kadar öne çıkmasını doğuran ne oldu? Binlerce yıldır var olan, eski-yeni çekişmesi kendini tekrarlayıp giderken, ne oldu da günümüzün kuşakları arasındaki farklar öncekiler arasındakinden daha fazla gibi hissediliyor?

Çoktandır ilk defa, zaman ve mekân kavramlarını bu kadar değiştiren buluşların ard arda geldiği düşünülebilir. Bunun telgraf ya da telefon ile de sağlandığını söyleyemez miyiz? Ya da, fax makinesi, elektronik postadan daha mı az etkileyici, ilk ortaya çıktığında? Üstelik bunların, giderek daha kolayca ve yaygın biçimde erişilebilen nitelikte olmaları, dolayısıyla herkes tarafından kullanılabilir olmalarının, yapılan işlerin kalitesini arttırıp arttırmadığını da bilmiyoruz.

Newton fiziğin temel kuramlarından birisini geliştirirken, bilgisayar modellemesinden yararlanamamıştı. O çapta bir buluştan söz edebiliyor muyuz? Bilimin gelişmesini tek tek sanat şaheserlerinin ardarda dizilmesi gibi görürsek, hayır, söz edemiyoruz. Bilimi, bir öncekinin üzerine eklenen, inşa edilen, öncekini düzelten ya da ortadan kaldıran bir bilgi evrimi biçiminde tanımlarsak, işler farklı. Giderek artan bir hızla, zaman ve mekanla ilişkimizi her seferinde daha da farklılaştıracak tarzda gelişmeler oluyor. Görünüşte daha çok zaman kazanıyor, daha kısa sürede daha çok şey yapabilecek duruma geliyoruz. Paradoksal olan, bu zaman kazancımızla, artan süratimizle bizden önceki kuşaklara göre daha “rahat” etmemiz, onları aşmamız, zorunluluklarımızın daha azalması gerekirken, biz daha da çok çalışıyor, daha fazla harcamak için daha fazla kazanıyoruz. Önceki kuşağa göre en iyi olasılıkla, hayatımızı yaşamak adına, aynı yerde sayıyoruz. Doğruya doğru, yediğimiz içtiğimiz şeylerin kalitesinde, gidip gezip gördüğümüz yerlerin sayısında, “stylish”liğinde büyük bir patlama var! En yoksulumuz bile, 1930’lardaki bir zenginin buzdolabı, radyo televizyon ya da otomobil ile ölçülen hayat standardına sahip. Ama hepimizin ağız birliği etmişcesine söylediği gibi, kuşak farkı büyümüş gözükse de, bir şeyler eksik….

Bu yazı gibi…