1.Cumhuriyetimizin 100. Yılına girerken dergimizin yeni sayısında istedik ki cumhuriyet temasına odaklanalım. Bu doğrultuda öncelikle cumhuriyetin sizin için ne ifade ettiğini sormak istiyoruz.
Cumhuriyetin 100. yılı benim için çok farklı duygular ifade ediyor aslında. Çünkü ben cumhuriyetin 50. yılını çocukluğumda görmüş biriyim. O nedenle cumhuriyet, bana öncelikle zamanın geçtiğini ifade ediyor. Geçtiğimiz günlerde Fazıl Say’ın 100. yıl marşını dinledim. Bana 1973 yılında 50. yıl marşını okullarda nasıl ezberlediğimizi hatırlattı. Ve 50’sini tamamlayan bir kurumun 100. yılını görmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Bu düşünce bana bir yandan heyecan ve hüzün de veriyor çünkü zamanın nasıl geçtiğini fark ediyorum. Kendi hayatınızın sonuna yaklaşma, yaşlanma gibi duygular da bu hüznü tetikliyor. Cumhuriyetin uzun bir zaman dilimi boyunca yıkılmadan ayakta kalarak 100. yılını tamamlamış olmasından kaynaklı bir sevinç de veriyor insana. Tabii bundan sonra cumhuriyetin nasıl gelişeceği üzerine bir endişe de doğuyor içimde. Bu endişe kendi yaşamımla sınırlandırılamayacak bir endişe aslında. Yani benim hayatımı bir yere kadar etkileyecek olan olumsuzluklardan kaynaklı bir kaygı bu. Benden ziyade gelecek kuşakları daha çok etkileyecek bir durum hakkında kaygılanmak bana en azından hakkında kaygılandığım insanların olduğu bir ülkede yaşamanın sevincini veriyor. Cumhuriyetimizin ilelebet payidar kalması için yeni nesillerin bir yol bulacağını umuyorum.
2. Fen Lisesinde öğrencilik yıllarınızda kutladığınız 29 Ekimleri hatırlıyor musunuz? Bizimle öğrencilik günlerinizdeki anılarınızı paylaşabilir misiniz?
Ankara Fen Lisesinde nasıl kutladığımızı pek hatırlamıyorum. Ama ortaokulda 23 Nisan veya 19 Mayıs’a daha eğreti olarak katılıyorduk. Çünkü 23 Nisan ve 19 Mayıslarda daha aktif rollerimiz ve ortaya çıkardığımız ürünler vardı. 29 Ekim, çocuklar ve gençlerden ziyade devletin kendi varlığını kutlamasıydı bir yandan. Ortaokul yıllarımdaki 23 Nisanları ve 19 Mayısları düşündüğümde daha çok kalın yakalı ceketlerimizin içinde İzmir’de sıcakta terlediğimizi hatırlıyorum. Veya ilçelerde yürüyüş yapmak gibi şeyler aklıma geliyor. “Ya ne işim var benim burada?” diyerek başladığımız törenlerde söylenenleri tam olarak anlamasak da coşkuyla söylediğimiz şarkılar, okuduğumuz marşlarla bir havaya girdiğimizi ve o hava içinde törenlerin akıp gittiğini hatırlıyorum.
3.Bugünkü gençliğin ve sizin neslinizin cumhuriyet algısını değerlendirmenizi istesek ne söylemek istersiniz?
Kendi kuşağım adına konuşmam gerekirse özellikle son 25 yılda cumhuriyetin çok kıymetini bilmemiş olduğumuz duygusuna kapıldık ve bu duygu giderek güçlendi. Cumhuriyetin kazanımlarını çok büyük bir çaba harcamadan elde etmemiz nedeniyle hazır bulduğumuz birtakım değerlerin veya ilkelerin ilk 75 yılda oturmuş olmasına rağmen son 25 yıl içinde değerinin ve gerekliliğinin tartışmaya tabii tutulması, temel varlığının o kadar önemli olmadığı yönündeki düşüncelerin ağır basmasıyla benim ve kuşağımdaki birçok insan cumhuriyetin değerini yeterince iyi bilmediğimizi düşünmeye başladı. Ve hatta bu değerbilmezlik sonucu ortaya çıkan umursamazlığımızın cumhuriyetin aşınması ve sarsılmasına sebep olmasından kaynaklı bir suçluluk duygusuna da kapıldık. Yeni kuşakların dünyaya bakışı içerisinde ise bu tür toplumsal yapılanmalara yer olduğundan emin değilim ancak Z kuşağı bireylerinde genç olmanın getirdiği gündelik yaşam döngüsü ve bu döngüdeki etkiler daha etkin. Bir de bu kuşak bireylerinin yarın değil de bir gün varmak veya yapmak istedikleri hayalleri var. Şu an gerçeklerin çok gündelik, hayallerin ise çok ütopik olduğu bir zaman içerisinde 15-24 yaş grubu. Z kuşağı kavramı benim için tam net değil. Bu durumun sadece Z kuşağına ya da yaşa özgü olup olmadığından da emin değilim. Bu nedenle bu kavramlar üzerine düşünmek birçok gence çok soyut geliyor olabilir. Bu ilgilenmediklerini göstermez.
Zihnin projektörü ya tam önlerini ya da çok ileriyi gösteriyor ve cumhuriyet tam o ara dilime düşüyor aslında. Örneğin okumak, sanatla ilgilenmek bugün ile bir gün arasındaki o basamaklara ulaşmamızı sağlar. Düne bakıldığında da eğer dün uzak geçmişte olmuş olaylar ve onlardan buraya bir anda nasıl geldiğimizi anlamayı gerektiriyorsa bu konuda da gelecektekiyle benzer bir durum söz konusudur. Bu nedenle sosyal bilimlerin varlığı cumhuriyet gibi kavramları kavrayışımızı aralıksız bir yapıda düşünmemize yardımcı olur. Bu adeta beyindeki beyaz maddeye benzeyen bir şey. Bu kısım matematiksel işlemlerle doğrudan ilgisi olmayan kısmı ifade etse de beyinler arasındaki modüllerdeki bilgi alışverişini sağlayan maddedir. Bu madde gri maddedeki hücresel yapı birikiminin bugüne aktarımı olarak açıklanabilir. Örneğin sekizinci sınıftaki bir birey integral de anlayabilir ve bu durum gri maddeyle açıklanır. Ancak liseye başladığınızdaki 14 yaş zekânız 18 yaşında siz mezun olurken daha gelişmiş durumdadır. Bu durum da beyaz maddede cisimleşen zihnin kapasitesini kıvrak ve esnek kullanabilme ile açıklanır. Yani geçmiş ile gelecek arasında bağlantı kurma test çözerek değil güzel bir müzik parçası dinleme ve onun üzerine düşünme ile geliştirilebilecek bir yetidir.
4. Millet olarak güçlü bağlara sahibiz. Zor günlerde de bu bağların gücünü net olarak görebiliyoruz. Cumhuriyetin ilanından önce Kurtuluş Savaşında bu birlikteliğin önemli bir rolü var. Bu birlikteliğin her millete olduğunu söylemek mümkün müdür? Bu konuda psikolojik bir değerlendirme yapabilir misiniz?
Toplumdaki bireylerin olaylara kıvanç, üzüntü gibi tepkileri birlikte vermesi orayı bir ülke ve halkını da bir ulus yapar. Örneğin ABD halkı bir ulus mu bilmiyorum ancak içindeki bireylerin kölelik gibi pek çok konuda çatışmalarına ve hatta iç savaş yaşamalarına rağmen yardım kuruluşlarının da sayısız olması ilginç bir gerçek. Bu nedenle bu beraberlik kendimize özgü bir durumdan ziyade insani reflekslerin içtenlik kazanmasına olanak sağlayacak toplumsal durumlarla ilişkili. Diğer ülkelerdeki insanların insani refleksleri elbette ki bizimkinden daha az gelişmiş değil ama bu insani reflekslerin devreye girmesini sağlayacak sosyal mekanizmaların varlığı, ülkedeki eşitlik ve adalet düzeyi, toplumun ortak bir gelecek tasarısının olması; dayanışma, yardımlaşma ve imece olanaklarını daha çok arttırıyor. Ama geçmişe takılıp kalmış olmak, geçmişteki muhteşem günlerini düşünmekten bir gelecek tasarısı oluşturamamak, daha ziyade kendi varlığını başkalarıyla düşman olarak tanımlamak düşmanca duyguların yeşermesine sebep oluyor. Bu da toplumun ruhsal durumundan ziyade bu ruhsal durumu belirleyen sosyal ve ekonomik belirleyicilerle ilişkilidir. Tek başına bunlar belirleyici olmasa da genel olarak toplumsal ortam başkalarına iyi davranmayı değer olarak ön plana çıkarıyorsa o toplumda işler daha iyi gidiyor. Bu nedenle okullardaki sistem fizik, kimya, biyoloji, matematikten daha öte düşünmeye sevk edici şekilde olmalıdır.
5. Özellikle 14-18 yaş grubundaki bireyler için depremin etkilerini en aza indirmek için neler yapılmalı? Bizzat kayıp yaşamış bireylere nasıl yaklaşılmalı?
Deprem vb. felaket durumlarında hangi zaman diliminde olduğumuza bağlı olarak ruhsal ihtiyaçlar değişiyor. Mesela depremin sonrasındaki ilk 3 gün başka, ilk 3 hafta başka, ilk 3 ay başka şeylere ihtiyaç oluyor. Depremden etkilenen arkadaşlarımızın depremden ne şekilde etkilendikleri düşünülerek hareket edilmelidir. Örneğin enkaz altında kalmasa da besinsiz kalmak, bir yakınını kaybetmek, vücut parçalarına tanıklık etmiş olmak bazı olumsuz faktörlerdendir. Bunların yanı sıra başka bir yerde depreme maruz kalma, trafik kazası yaşamış olma gibi riskler de göz önünde bulundurulmalıdır. Bu riskler ağır bir ruhsal bozukluk yaşama ihtimalini arttırır veya azaltır. Elbette bazı bireylerin ruhsal hastalıklara genetik yatkınlığı olabilir veya az riskli grupta olsalar bile birtakım ruhsal bozuklukları olabilir. Özellikle uyku düzeni değişiklikleri, çok somut bir sebep yokken duygusal durumdeğişiklikleri ruhsal durumumuzun zorlandığının bir işareti. Diğer yandan biliyoruz ki bu afet durumları normal olmadığından hareketlerimiz ve tavırlarımız da normal olmayabilir. Yakın arkadaşlarımızın bu durumda yardım etmeye hazır ancak yardım ederken de sınırlarımızı zorlamayacak olmaları gerekmektedir. “Hadi anlat, neler yaşadın?” denmesi birçok gencin içini boşaltıp onu rahatlatmaktan çok hazır olmadığı bir paylaşım yapmaya itilmesi sonucu onu daha da mutsuz edecektir. Bazı olayların detayları bireysel merakla soruluyor olabileceğinden bu merak duygusunu iletişim esnasında dışa vurmamalıyız. Çünkü karşımızdaki kişiye bu merakımız iyi gelmeyebilir. Bu bireylerin sınırlarına saygılı olunmalıdır. Hiçbir şey olmamış gibi davranılmamalı ancak karşımızdaki kişiyi de zorda bırakmamalıyız. Örneğin tuvaletin yerini göstermek, kantinde şu yiyeceği daha güzel yaptıklarını söylemek, bir hocanın sınavlarda daha çok nereden sorduğunu anlatmak gibi çok gündelik ayrıntılardaki yardımlar da kritik bir rol oynar. Bazı okullardaki arkadaşlarımıza “arkadaş” sistemiyle öğrenci desteği tayin edilmiştir. Bu sistemin de son derece başarılı olduğunu düşünüyorum.
6. Ailesi deprem bölgesinde, kendisi onlardan uzakta olan kişiler için depremin çok daha yıkıcı bir etki yarattığını söyleyebilir miyiz?
Daha çok korkmuş olduklarını tahmin etmek zor değil. Kötü haber gibi iyi haberin de hızlı geldiği günümüzdeki iletişim sistemi göz önüne alınırsa aslında korku çok sürmemiş de olabilir. Ancak aileleri zarar görmüş öğrenciler ailelerinden uzakta olmaları sebebiyle çok değişik duygulara kapılmış olabilirler. Hayatta kalanların ölmedikleri için suçluluk duyduklarını biliyoruz. Sevdiklerim hayatta değilken ben nasıl hayatta olabilirim sorusunu zihin otomatik olarak sorduğundan bu durum farklı zorlukları da tetiklemektedir. Ancak deprem bölgesinde insanların çoğu tanımadığımız insanlar için hissedilen evrensel empatik refleks sonucu kendini kötü hissetti ve bu tür duyguların gündeme gelmesi depremzedelerin hislerinin tahripkâr olmamasını sağladı. Dolayısıyla duygusal güvenlik sağlayan okullardaki gençlerin ve çocukların uygun konuşma ortamına sahip olmaları sebebiyle daha iyi hissettikleri söylenebilir.