Türkiye’deki Çocuk Psikiyatrları: 10 Milyon çocuk ve ergen için sadece 35 kişi (IACAPAP Bülteni için 1996’da yazılmış 1997’de yayımlanmış görüş yazısı)

Türkiye’nin altmış milyonluk nüfusunun üçte birinden fazlasını çocuklar ve ergenler oluşturuyor. Pek çok kişi için Türkiye ya popüler bir turizm destinasyonu ya da giderek derinleşen siyasi ve ekonomik çalkantıların içinde sıkışmış bir ülke olarak bilinir. Ancak bu izlenimlerin ötesinde, sıradan insanların gündelik yaşamı da kendi iniş çıkışlarını, dönemeçlerini taşır.

“Hayat burada tam bir Türk filmi gibi,” demişti bir İsrailli arkadaşım bir keresinde — orada bu ifade, tesadüflerle dolu, bitmek bilmeyen bir dizi acı ve kaza silsilesini, ardından da aynı derecede şaşırtıcı toparlanmaları anlatmak için kullanılırmış. Bu filmlerde talihsizlik hiç bitmez; sıradan insanlar sürekli sıkıntı çeker, âşıklar ayrı kalır, her şey ancak uzun bir karmaşadan sonra çözülür. Yine de Türkiye’deki çoğu çocuk ve yetişkin, bu “dramaları” olağanüstü bir uyum sağlama ve dayanıklılık gücüyle atlatmayı başarır. Gerçek yaşam, çoğu zaman, gerçekten de bu filmlere benzer.

Son 75 yılda Türkiye, toplumsal dokusunda derin değişimler geçirdi. 1920’lerdeki hızlı Batılılaşma sürecinin ardından, özellikle 1950’lerden itibaren yaşanan ekonomik ve toplumsal dönüşümler, kırsaldan kente yoğun bir göç dalgasını tetikledi. Bu göç, şehir–kır nüfus oranını dramatik biçimde tersine çevirdi (bugün yaklaşık %70 şehir, %30 kırsal). Ancak sağlık sistemi — tarihsel olarak devlet hastaneleri ile özel muayenehaneler arasında bölünmüş bir yapıdaydı — toplumun artan ihtiyaçlarına ayak uyduramadı ve giderek yetersiz hale geldi.

1960’lardan bu yana, özellikle anne ve çocuk sağlığını iyileştirmeye yönelik sürekli çabalar olsa da, sık sık değişen politikalar ve büyüyen sosyal–ekonomik sorunlar ilerlemeyi baltaladı. 1980’lere gelindiğinde bebek ölümleri binde 154’ten 63’e düşmüş, aşılama oranları %90’a ulaşmıştı. Tıp fakültesi sayısı artmış (1994’te 29’a ulaşmış) ve her yıl yaklaşık 5.000 mezun verir hale gelmişti. Fakat sağlık hizmetlerinin niteliği bu niceliksel artışa paralel ilerlemedi; özellikle de gelir dağılımındaki eşitsizlikler yüzünden. Ruh sağlığı hizmetleri ise hâlâ düzensiz biçimde sunuluyor, çocuk ruh sağlığı ise ulusal sağlık planlamasında neredeyse hiç yer bulamıyordu.

Bu durum, çocuk psikiyatrisi alanının düşük öncelikli bir uzmanlık olarak kalmasına yol açtı. Türkiye’deki çocuk ve ergenlerin büyük çoğunluğu herhangi bir ruh sağlığı hizmeti alamıyor. Peki, çocuk psikiyatrisi — ya da genel olarak çocuk ruh sağlığı — karar vericiler için gerçekten “bilinmeyen” bir alan mı?

Aslında, Türkiye’de çocuk psikiyatrisi kavramı 1911’deki ilk çocuk koruma kurumunun kurulmasına kadar uzanıyor. O dönemde duygusal ve davranışsal sorunları olan çocuklara yönelik bakım, “nöropsikiyatristlerin” (hem nöroloji hem psikiyatri eğitimi almış hekimlerin) görev alanına giriyordu. O dönemden öne çıkan bir isim olan Dr. Fahrettin Kerim Gökay, IACAPAP’ın (Uluslararası Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Derneği) kurucu üyeleri arasında yer alıyordu.

Ancak bu erken döneme rağmen, çocuk psikiyatrisi Türkiye’de 1960’lara kadar ne bir yan dal olarak ne de bir akademik disiplin olarak kabul edilmedi. 1950’lerde ABD’de eğitim alan birkaç öncü Türk psikiyatrist — Dr. Mualla Öztürk, Dr. Atalay Yörükoğlu ve Dr. Rıdvan Cebiroğlu gibi — İstanbul ve Ankara’da akademik bölümler kurarak bu alanın temelini attılar. Hem onların çalışmaları hem de çocukların duygusal iyiliğine yönelik artan toplumsal ilgi, alanın resmen tanınmasının önünü açtı. Bu isimler arasında en tanınanı, Dr. Atalay Yörükoğlu, kentli Türkiye’de adeta bir halk figürü haline geldi. Kitapları yüzbinlerce sattı, televizyon programlarına düzenli olarak çıktı ve çocuklar arasında “davranış doktoru” olarak tanındı.

Türkiye’de çocuk psikiyatristleri neredeyse sadece tıp fakülteleri ve eğitim hastanelerinde, yani kamuda çalıştı. Alanın resmi olarak tanınmasının üzerinden yaklaşık otuz yıl geçmiş olmasına rağmen, yetişen uzman sayısı hâlâ çok az. 1995 Ocak ayında, Türkiye Çocuk ve Genç Ruh Sağlığı Derneği’nin yalnızca 35 üyesi (eğitimde olanlar dahil) vardı. Günümüzde tıp fakültelerinde on çocuk psikiyatrisi anabilim dalı bulunuyor; ancak bu bölümler çoğu zaman yeterli personel ve mali kaynaklardan yoksun.

Yakın zamana kadar, çocuk psikiyatrisi uzmanlık eğitimi, dört yıllık yetişkin psikiyatrisi eğitimini tamamlayan doktorlar arasından seçim yapıyordu (bu eğitimin altı ayı çocuk psikiyatrisi rotasyonunu içeriyordu). Ulusal mevzuat ve akademik düzenlemelerde yapılan değişikliklerle birlikte, artık programlar doğrudan tıp fakültesinden mezun olan adayları, ulusal uzmanlık sınavı yoluyla kabul ediyor. Yeni sistemde çocuk psikiyatrisi eğitimi; 24 ay çocuk ve ergen psikiyatrisi, 18 ay genel psikiyatri ve 6 ay çocuk nörolojisi olmak üzere dört yılı kapsıyor; sonunda da bir yeterlilik sınavı yer alıyor. Bu düzenlemenin, toplam eğitim süresini altı yıldan dörde indirerek alanın cazibesini artırması bekleniyor.

Son yıllarda psikiyatri, Türkiye’deki genç doktorlar arasında daha popüler hale geldi. Psikodinamik kavramlar ve ruhsal hastalıklara sosyal bakış açısı, özellikle genç psikiyatristlerin ilgisini çekiyor. Genel psikiyatri eğitimlerinde psikodinamik yönün zayıf kaldığını düşünen birçok asistan, çocuk psikiyatrisi alanını ruhsal bozukluklara daha “dengeli” bir yaklaşım sunan bir alan olarak görüyor. Bu nedenle — bilinçli bir seçimle ya da karşılaştırmalı olarak — çocuk psikiyatrisi giderek daha çekici hale geliyor.

Yine de bu olumlu algılar, alanın büyümesini hızlandırmaya yetmiyor. Türkiye’nin çocuk ruh sağlığı hizmetlerini geliştirmesinin önünde birkaç belirgin engel var:
Birincisi, çocuk psikiyatristleri genellikle tek başına çalışıyor. Klinik çocuk psikologları, sosyal hizmet uzmanları, okul psikologları, özel eğitimciler ve çocuk terapistlerinin sayısı çok düşük.
İkincisi, mevcut insan gücü ve kurumsal potansiyel tam olarak kullanılmıyor. Hizmet sistemleri parçalı; disiplinler arası iş birliği kurmak ya da sürdürmek çoğu zaman bürokratik engeller nedeniyle zorlaşıyor.
Üçüncüsü — ve belki de en önemlisi — çocuk ruh sağlığı, hâlâ ulusal sağlık politikalarının öncelikleri arasında yer almıyor.

Bütün bunların sonucu olarak, Türkiye’de çocuk psikiyatristlerinden geleneksel tıbbi rollerin ötesinde pek çok sorumluluk üstlenmeleri bekleniyor. Çoğu zaman hasta savunucusu, eğitmen ve toplumla bağlantı kuran kişiler olarak çalışıyorlar. Genellikle ailelerle yakın iş birliği içinde hareket ediyorlar; ancak her zaman gerekli yetki ya da kaynaklara sahip olamıyorlar. Buna karşın, Türkiye’deki aile yapısı — toplumsal yapıda ciddi değişiklikler yaşanmasına rağmen — büyük ölçüde sağlam kalmış durumda ve hâlâ çocukların bakımında merkezi bir rol oynuyor.

İleriye dönük olarak bakıldığında, Türkiye’de nüfusun büyük bir kesiminin ruh sağlığı hizmetlerine erişimi, muhtemelen uzun bir süre daha kamusal kaynaklara ve devlet politikalarına bağlı kalacak. Ne yazık ki, bu politikalarda çocuk ruh sağlığı hâlâ düşük bir önceliğe sahip. Bu koşullar altında, çocuk psikiyatristleri hizmet verdikleri ailelerle aynı şekilde sistemin kenarında kalıyor.

Ve tıpkı Türk filmlerindeki karakterler gibi, çocuk psikiyatristleri de çoğu zaman işlerini sürdürebilmek için içsel bir dinamizme — bazen de kontrol edemedikleri, neredeyse mucizevi dönüşümlere — güvenmek zorunda kalıyorlar. Yine de insanın uyum sağlama ve yeniden toparlanma gücüne duyulan inanç hâlâ çok güçlü. Bundan sonraki adım, yalnızca sistemin içinde “var olmaya” çalışmak değil; bu çocukların, ailelerin ve profesyonellerin gerçek ihtiyaçlarını yansıtan yeni bir sistem kurmak olmalı.

Yrd Doç. Dr. Yankı Yazgan, Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi, Psikiyatri Anabilim Dalı, Marmara Üniversitesi Hastanesi, Altunizade 81190, İstanbul, Türkiye, FAX (90-216)3250323