İzmir’de bir yaz öğleden sonrası

(2008’de bloguma düştüğüm bir not, İzmir’de bir yaz öğleden sonrası)

Televizyonda Selin Kutucular ada mutfağından örnekler hazırlıyor; meze sofrası. Program TRT’de olduğu için içkisiz bir meze sofrasında misafir ağırlamak zorunda kalmış sankş… Kameranın kapatılmasını bekler gibi bir halleri var.

İzmir’de yaz aylarında pazar öğleden sonralarının bir bunaltıcılığı olurdu. Plajlara ya da yazlık evlere boşalmış apartmanın bahçesi ıssızlaşırdı. Göztepe’ye doğru, belki bir alışverişe yollanmış olarak, yürüdüğümde dükkanların sineksavar boncuklu kapılarına dokunmak, sağa sola bakınmak içimdeki sıkıntıyı hafifletirdi. 10 dakikalık alışverişten 1 saatte geri dönmemin sebebini, evde alacağım yağsız dana kıymasını bekleyen anneme açıklamak pek de zor olmazdı.

Az önce, Karantina’daki evden çıkıp Üçkuyular’a yürüdüğümde, akşam saatinde sokağa dökülmüş kalabalığın nereden geldiğini düşündüm. 1960’larda şehrin kalabalıklaşmak ‘zorunda kalmasıyla’ başlayan imar ve asfalt hamlesi evlerin herhalde en az %90’ını yok edip yerine çoğu derme çatma ve çirkin apartmanlar kondurunca, şehri sahiden boşaltmak neredeyse imkansız hale geldi. Sokak aralarından görebildiğim eski bitişik nizam cumbalı evlerin nasıl olup da “sağ bırakıldıklarını” merak ettim, ama merakımı nasıl gideririm, şimdilik bilemiyorum.

Sokaklarda, evin önündeki sahilin doldurulması ile elde edilmiş sahil yolunun kara tarafında sayısız nargileci, biracı, çay bahçesi ağzına kadar dolu. Yazlıktaymış havasına girmek kolay.

Güzel bir kentte, daha doğrusu artıkları bile güzel olan bir kentte çocuk ve genç olmuşum diye düşündüm. Ama, izmirli tanımının, bir tür statü sembolü (ne olduğu değil, ne olmadığı üzerinden düşünün) haline getirilmesini yadırgıyorum.

Hoşuma giden çok yanı var, izmirlilik muhabbeti yapmayı da seviyorum; ama övünülecek, şişinilecek hele üstünlük taslanacak bir durum olduğundan emin değilim; bir çok konuda ülkenin geri kalanında yaşayanlardan temel bir farkı olmayanların kendilerini İzmirli ilan etmesini ise iyice yadırgamaya başladım. Siyaset ya da din konularına çok girmek istemediğim için bu konuyu kessem iyi olur; ama, rahat ve keyifli bir kent olmakla birlikte, bir çok konuda iddiasına göre bir yer olmayı sürdürebiliyor mu, bu tartışılır.

Bu arada kimler buralıdır (sadece İzmirlilik değil) sorusunu da tartışmak gerek. Ben kültürel olarak İzmirli olsam da, iki kuşak ya da üç kuşak öncesi nereli diye düşününce, İzmir’liliğim flulaşıyor.

Şortan, arap ali, mevsim, sezon, la jönes, özer abi, imajlar… Bunlar ise çok net. Kendi geçmişimiz kim olduğumuza ilişkin ipuçlarını ilişkilerimizle bugüne taşıyor; anlamlı ilişkilerimizin yerini sadece yaşadığımız kentin ‘hava’sı almamalı.