Sanayi313 Paper- Yankı Yazgan ile Röportaj

Spot: Sohbetimizi şehre uzak bir noktada gerçekleştirsek de güzel İstanbul, gittiği hiçbir yerde Yankı Yazgan’ı yalnız bırakmıyor. 

Editör: Yiğit Tuna 

 

Hepimizin bu şehirde zamanında keşfettiği, belki kendine sakladığı ve gidip vakit geçirdiğinde iyi hissettiği yerler vardır; bir dükkân, bir yokuş, bir park… Sizin için İstanbul’un bu noktası neresi? Peki, karantina sürecinde İstanbul’da en çok nereye gitmeyi özlediniz? 

Bu sorunun cevabı aslında hangi yaş grubunda olduğunuza göre değişiyor çünkü yaşamımızın değişik evrelerinde farklı yerler ve ortamlardan hoşlanıyoruz. Yirmili yaşlarda, İstanbul rutinini; o zamanlar trafiğe açık İstiklal Caddesi ve Balık Pazarı, oradan Emek Sineması’na gitmek olarak tanımlayabilirdim. Aile ilişkilerinin ağır bastığı daha ileri yaşlar içinse aynısını söyleyemem. Fark etmeden de olsa, yaşamımıza bizi bağlı tutan yerleri bulmak ve görmek ön plana çıkıyor. Son dönemde, görmemiş, tanımamış olduğum yerlerle ilgili bir özlem hissettim. Bir tür neyi kaçırdımduygusunun hâkim olduğu bir durum oldu. Bazen hiç bilemediğimiz şeylere de özlem duyabiliyoruz.  

Arnavutköy Mahallesinde oturuyorum. Uzun bir süredir bu bölgedeyim ve hala girmediğim sokaklar, önünden geçmediğim evler var. Bazen denizden motorla geçerken “Şu evin oradan hiç geçmedimya da Bu evin oraya hangi sokaktan gidiliyor acabadiye düşündüğüm oluyor. İstanbul’a özlemim daha çok bu yönde. İstanbulun her noktası çok keyifli. 

 

Şehri hiç bilmeyen bir gruba İstanbul turu yaptıracak olsanız, onlara hangi durakları gezdirirdiniz? 

Misafirlerimin görmelerini istediğim yerlerden ilki çarşılardan birisi oluyor. Balık pazarlarından birinde ayaküzeri yemek yenen yerlerBen de başka ülkelere gittiğimde ayaküstü yemek yenen yerleri merak ediyorum. Dışarıdan gelen birinin bir günü varsa, kesinlikle boğazda –özel tutulmuş bir tekneye değil- bir dolmuş motoruyla tur atmasını isterim. İskelelere yanaşıp ayrılmalarla, durup kalkmalarlaHem Avrupa hem Anadolu yakasından geçen çok güzel şehir hatları vapurları ve motorları var, bunu çok kıymetli buluyorum. Tarihe meraklı birinin Kariye Müzesini görmeden gitmesini istemem ya da spora meraklı birinin bir stadyum boşalırken önünden geçmesini isterim. Şehrin yaşanmışlık hissini veren yerlerini göstermek isterim. 

 

Eğitim hayatınızda İstanbul dışında da birçok şehirde bulundunuz. Bugün geriye dönüp baktığınızda İstanbul’u diğerlerinden ayıran özellikler neler? 

Bence güzelliği. İzmir de çekici bir şehir ama şu andaki haliyle güzel demek zor.  

İstanbulda bir sahil yolundan geldiğinizde veya köprüyü geçtiğinizde etkilenmemenin mümkün olmadığı aşikâr. O nedenle ben İstanbulun hakikaten çok güzel olduğunu düşünüyorum.  

 

Bu şehrin enerjisinin, insanlarının, doğasının her gün yaptığımız işlerimiz üzerinde bir etkisi olduğunu düşünüyor musunuz? 

Şehrin boş olduğu şu zamanda, doktor olduğum için birkaç kez evden çıkmam ve hareket etmem gerekti ama boşluğuyla da çirkinleşmediğini, hüzünlü olduğunu ama güzelliğini kaybetmediğini gördüm. 

Anadoluda çalıştım; Suriye sınırında Gaziantepin bir kasabasında, Çanakkalenin Biga ilçesinde bulundum. Kıbrısta askerlik yaptım. ABDde New Haven adlı kentte çalıştım ve yaşadım. İstanbulda her köşeden karşınıza o güzellikle ilgili bir şey çıkabiliyor, hiç aklınıza gelmeyen bir şeyO güzellikler ve o güzelliklerin zamana dayanmışlığını görmekten bahsediyorum, dayanıklı bir güzellik. Yüzüne kezzap atılmış bir güzelin hala duran güzelliği gibi. İstanbula birtakım kezzap atma girişimleri olduğunu biliyoruz geçmişte, ona rağmen ayakta durduğunu düşünüyorum. 

 

Karantina demişken, bu dönemde hepimiz normal rutinimizde olmayan bir şeyler yaptık. Siz neler yaptınız; bu vesileyle kendinizle ilgili keşfettiğiniz yenilikler oldu mu? 

Ben zaten evde kalma ihtiyacı içinde olan birisiydim ve bu sürenin bir dönemini hasta olarak geçirdim. Dolayısıyla sıra dışı bir durum içerisindeydim. Ev ve karantina döneminde, salgının tehdidini iliklerimde hissettiğim, hayati tehlike içinde yaşadığım bir zaman dilimi oldu. Hatırlıyorum, hasta yatağında yatarken, dışarının sessizliğini dinlerken aklıma geliyordu; Bu şehir ne kadar güzel…” Yattığım hastane odası Hürriyet-i Ebediyeyi görüyordu ve oraya baktığımda, kendi kendime kaldığımda içinde yaşadığımız yerle ilgili daha fazla bilgi almak için uyarıldığımı hissettim. İstanbul öyle bir yer ki evde kaldığınız zaman bile pencereden dışarıya baktığınızda kendinizi şehirle ilgili düşünmekten alıkoyamıyorsunuz. Takıntılı bir tutku yaratan bir yanı var. 

 

Mesleğe başladığınız ilk zamanları ve bugüne kadarki süreyi düşündüğünüzde, o zamanlardaki en büyük motivasyonunuz neydi, şimdi ne ve sizce bu zamanla değişiyor mu? 

İlk etapta motivasyonum insan davranışını ve yaşantısını açıklama; dışarıdan bakan bir gözlemci olma merakıydı. Ama hekimlik uygulamasını yapmaya başladıkça, henüz pratisyen hekimken, taşrada mecburi olarak çalışırken sadece insana dışarıdan bakan bir antropolog gibi değil, insanla iç içe ve onu anlamaya çalışan bir mesleğim olduğunun farkına vardım. Dolayısıyla açıklama merakım anlama merakına dönüştü. İnsanın sıkıntı çekmesini, acı çekmesini azaltmak tıbbın temel amacı. Psikiyatri ruhsal acıyla ilgileniyor ama biliyoruz ki birçok hastalık da ruhsal acı yaratabiliyor; kaygı endişe, korku… İnsanı bu varoluşuyla anlamaya yöneldim ve yaptığım iş genelde bu eksende gidiyor; anlama ve sıkıntısını giderme. Anladıktan sonra da yol gösterme ve bazen de çaresizliği paylaşma. 

 

Önümüzdeki yeni normal dönemde, mesleğinizin hangi yönlerde evirileceğini öngörüyorsunuz? 

Ben yeni normale geçici normal diyorum. Birisi diyebilir ki, Bundan önceki de geçici değil miydi?Doğru ancak uzun süreler kaldığı zaman biz onu kalıcı diye düşünüyoruz. Örneğin İstanbul, Haçlı ordularının işgalindeyken, 70 yıl süresince İstanbulda bir Latin Cumhuriyeti kuruluyor ve orada doğup ölen insanların normali o cumhuriyet oluyor. Başka bir dünya görmedikleri için ilelebet devam edeceğini düşünüyorlardı 

İçinde bulunduğumuz döneme birden çok normal girince kafamız karışıyor. Kafa karışıklığının artması yaşam karşısındaki davranışlarımızı etkiliyor. Bazı kırılganlıklarımız varsa bu davranışlarımız, bizim yaşamı sürdürmemizi zorlaştıracak düzeylere varıyor ve psikopatoloji dediğimiz şey böyle, aşırılık şeklinde ortaya çıkıyor. Sırf İstanbula geldiği için; şehir, sıkışıklık, izdiham gibi sebeplerle ruh sağlığı bozulan insanlar var. Dolayısıyla bu geçici normallerin, var olan çapraşıklıklarla bir araya gelmesi birçok insanı ruhsal olarak zorluyor.  

Psikiyatr olarak benim işim zorlanmanın vardığı noktanın, insan varoluşunu sürdürmeye ne kadar engel olduğunu anlamaya çalışmak. İnsanoğlunun yapısında sıkıntı, acı, üzüntü, kaygı var; bunlar normal duygular. Ancak normal değişimiyle birlikte, bazı bireylerin daha fazla etkileneceğini düşünüyoruz 

İnsanların ruhsal zorlanmalarını bir ruhsal bozukluğa dönüşmeden tamponlanmasını, kontrol edilmesini sağlayacak mekanizmaların üretileceği bir zaman olmasını umuyorum. Buna bir katkım olabilir mi diye düşünüyorum. Kendimi bir doktor gibi değil de psikolojik iyilik yaratma amaçlı bir sosyal dayanışma örgütleyicisi gibi görüyorum.