Salgın Psikolojimizi Nasıl Etkiledi?

19 Kasım 2020, Habertürk, Serap Belet’in sorularına yanıtlar

Sizle bu salgın sürecinde farklı farklı aralıklarla yayınlar yaptık. Başlangıçtan bugüne şöyle bir baktığınızda ruh halimiz nasıl bir grafik izledi? Nereden nereye geldik?

YY: Dinleyicilerimizin hepsi aslında kendilerinin farklı farklı yollarla bu dönemi geçirdiklerini düşünecekler. Ama özellikle bizim veri topladığımız çocuk, genç, öğretmen, ve sağlık çalışanıı grubu hakkında veriye dayalı biraz bilgim var. Tabii, topluma da baktığımızda, özellikle pandeminin ilk 3 ayı ile şu andaki son 3 ayı arasındaki kıyaslamalara baktığımızda ilk 3 aydaki bilinmezlikler şu anda daha az, bir açıdan baktığınızda. Örneğin, aşı bulunmuş vaziyette, bazı tedavilerle ilgili gelişmeler var. Hastalık ve virüs hakkında bilimin sayesinde gelişen bir hakimiyet var. Diğer yandan, bizim yaşamlarımıza olan etkisi ile ilgili belirsizlik, bilinmezliğin yarattığı belirsizlik ön plana geçmiş vaziyette ilkbahara göre sonbaharda. Daha bir, örneğin sağlıkla ilgili endişelerin varlığını sürdürmesi yanında biraz önceki sizin yiyecek sektörü ile ilgili verdiğiniz haberde olduğu gibi kariyeri ile, gelecekle ilgili endişeleri de çok yakından yaşayan insanların oranı artıyor. Bunun özellikle çocuklar, gençler dünyasına yansıması ise evlerdeki gerilimin, geçimsizliğin, geçinememe, aynı zamanda da ekonomik zorluklar evdeki şiddetle örneğin korelasyonu, ilişkisi olan veriler. Bu yüzden evlerin genel huzurunda bir değişim, stres düzeyinde tekrar bir yükselme var. Bu da örneğin, yine ilkbahar döneminde çocukları bir süre daha derslerin başında, ekran başında motive tutmak, konsantre tutmak mümkünken; şu anda git geller nedeniyle çocukların önemli bir bölümünün ne yapacağını bilemez durumda olduklarını görüyoruz.

Tahammülsüzlüğe mi dönüşmeye başladı bir yandan bu durum?

 YY: Bir bekleme süreci. Düşünün, tahammülsüzlük aslında hepimizde bir kuyrukta beklerken, kuyruğun bir türlü bitmek bilmemesi, uzadıkça bitecekmiş gibi gözüken kuyruğun giderek daha çok uzamasında olduğu gibi büyük bir engellenmişlik duygusu içindeyiz. Bunu kabul ediyoruz tamam bir salgın var, yaşam çok daha zorlaştı, bir de üzerine İzmir’de olduğu gibi deprem gibi başka felaketler ekleniyor, işsizlik ekleniyor, ekonomik zorluklar ekleniyor. O nedenle, sonuçta tahammül bir istiham haddi gibi  bir yükü taşıyabilme kapasitemiz ile ilgilidir. Bu kadar çok yükü taşımakta zorlanıyoruz.

Araya gireceğim, çok affedersiniz.

YY: Lütfen.

Bu arada sizle birlikte biz de bakalım. Vaka tablosu geldi. Bu saatlerde açıklanıyor biliyorsunuz. Dün 116 kişiyi kaybetmiştik, bugün hayatını kaybedenlerin sayısında ne yazık ki bir artış var. 123 kişiyi Covid-19 salgını nedeniyle, covid-19 nedeniyle bugün kaybettik ve hasta olarak tanımlanan sayıda da bir artış var kişide de. 4215’ti dün, bugün 4542 hasta var. 157 binin üzerinde de test yapıldı, 150 756. Tekrar edelim 123 kişiyi kaybettik, son üç gündür 100’ün üzerine çıkmıştı ve ne yazık ki artarak kayıtlarımız devam ediyor. Bir de değil mi bu duyguları yaşarken, her gün bu hayatını kaybeden kişileri duyururken çok olağan bir şeymiş gibi yani felakette yaşanacak kişi kadar insanı kaybediyoruz, 123 kişi bir günde ve farkında olmadan duyarsızlaşıyoruz da aynı zamanda.

YY: Vatandaşlarımızın sayılara dönüşmesi çok sarsıcı daha da moral bozucu olabiliyor bazen. O nedenle, bu vefat edenler arasında yurttaşlarımız, yurttaşlarımızı kurtarmak için çabalarken enfekte olup hayatını kaybeden sağlık çalışanları ve zorunlu işleri, gerekli işleri yapmakla meşgul olan çalışanlar da var. Herkesi etkileyen bir durumla karşı karşıyayız. Kimse muaf olmadığını öğrendi. Siz demin ilkbaharla sonbahar arasındaki farkı söylüyordunuz, muaf değiliz hiçbirimiz, hepimizi etkileyebilir. Bu tür felaketlerde doğal reaksiyonlardan birisi normal bir reaksiyon değil ama zaten anormal bir durum olduğu için reaksiyonumuz da anormal oluyor. Bir şey yokmuş gibi hareket etmek, özellikle yaz aylarında o ruh haline girdik daha fazla. Ama bir şeyin olduğunu bize hissettiren, sevdiğimiz popüler şahsiyetler hastalanıyor, bazıları vefat ediyorlar. Ailenizden birini kaybetmiş kadar üzüldüğümüz önemli tanınmış kişiler olabiliyor. Bunun yanı sıra da bu rakamların içinde bir bilinmezlik yok. O nedenle, umursamama lüksünüde bir çoğumuz artık hissetmiyoruz. O nedenle, birazcık korku duygusunun ağır bastığı, korku duygusunun ağır bastığında da yanılma, yanlış yapma hareketlerimizde ya da can havli ile hareket etme ihtimalinin arttığı bir durumdayız. O nedenle, bir parça kararlarımız da kritik kararlar alıyorsak özellikle bu dönemde, aceleci olmamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Çünkü şu andaki duygu yoğunluğu bizi çok uzun vadeli düşünmekten alıkoyduğu için içinde olduğumuz o andaki sıkışık durumdan çıkma odaklı davranıyoruz. Buna dikkat etmeyi öneriyorum.

Peki evde uzun süredir sabırla bir kısım öğrenci okula döndü ama dönmeyi bekleyen başka öğrenciler de varken bir arada tersine döndü. Şimdi sınırlı da olsa okula giden çocuklar tekrar eve döndüler ve süreç biraz daha uzadı. Evlerde sizin gözlemleriniz ve çalışmalarınız ne söylüyor? Ebeveynlerle çocuklar en çok hangi konularda sorun yaşadılar? Onlara tüyolarınız, önerileriniz var mı? Bu süreci daha sakin kontrollü geçirebilmeleri için.

YY: Son yıllarda, meslek hayatımda aslında en çok cevap bekleyen, herkesten duyduğum soruların başında bu geliyor. Çünkü anne babalar ve çocuklar ilk defa hayatlarında bu şekilde aynı zaman dilimini, aynı mekanı birlikte geçirmek durumunda kaldılar. Ve bunu yaparken bir tatil dönemi ya da bir okul arasında değil tam da hem kendilerinin aktif çalıştığı büyük bir bölümünün, bir kısmının evde bir kısmının işe giderek çalışmak zorunda olduğu bir döneme denk geldi. Ve okulun kamusal bir kurum olarak aslında çocuğun gelişimindeki önemini hepimiz çok yakından gördük. “Sınav olsa da okula gitsek.” diyen çocuklar olacağı aklımıza gelir miydi? O nedenle, benim genellikle önerim şu oluyor: Bu olağanüstülüğe göre hareket etmeyi öğrenmemiz gerekiyor. Örneğin, çocukların ödev yükünü, dersleri öğrenme kapasitelerini şu içinde olduğumuz döneme göre ayarlamak gerekiyor, her şeyi yapamayacaklar, bazı şeyler eksik kalacak. Ve bunun öğretmenler üzerinde, zaman zaman sosyal medyada da yazdım, müfredatın hafifletilmesi ve gerçekçi bir düzeye çekilmesi için bir fırsat bu. Çocuklara her şeyi öğretmeye çalışırken hiçbir şey öğretemediğimiz bir sistemimiz olduğunu zaten biliyoruz. Ama bunu sadeleştirmenin, çünkü sadeleştirme olmadan her şeye yetişmeye çalışmak, bütün ödevler gün boyu, saat 15.00’e kadar birçok okulda okul devam ediyor. Saat 16.00’da sokağa çıkma yasağı çocuklar için başlıyor. Hangi çocuk ne zaman hava alacak? Ne zaman enerjisini kontrollü bir şekilde kullanacak? O nedenle, benim bir numaralı önerim çocukların üzerindeki yükün hafifletilmesidir. Bu okullar ister online olsun ister tekrar dönelim daha düşük tempolu bir eğitimle de aynı kaliteli eğitimi sağlayabilmenin yollarını eğitim kadrolarımızın bulabileceğine inanıyorum.

Bir de bazı çocuklar anne babaları evde çalışma fırsatı olmadığı için tek başına da kaldılar değil mi? Herkesin ekonomik olarak bir bakıcı tutmaya imkânı yok, herkesin bir büyüğü yok çocuğunu bırakabileceği. Ben duyuyorum 8, 9, 10 yaşındaki çocuklar bütün bu süreci evde yalnız geçirmek zorunda kalıyorlar. Bir güvenlik sorunu da aynı zamanda bu. Az önce bahsettiğiniz ekonomik zorluklarla mücadele eden insanlar da bununla baş etmeye çalışıyor. Hangi ekonomik statüde olursa olsun insanları için şöyle bir rahatlatıcı öneriniz var mı? Ne yapmak lazım baş etmek, biraz rahatlayabilmek için?

YY: Rahatlatıcı ne olabilir? Açıkçası kolaylaştırıcı bir önerim yok ama rahatlatıcı önerim bu iş bitecek, bunun bir sonu gelecek, böyle devam etmeyecek. Ama ne zaman bitecek?  Bitti bitiyor ruh halinde olduğumuz zaman gerginliğimiz daha çok artıyor. Çünkü devamlı saatine bakıp bir aracın gelmesini bekleyen birisi gibiyiz ve ne zaman geleceği belli değil. Özellikle kendi üzerimizdeki ne zaman bitiyor, bitti mi bitecek mi tarihini almaya çalışmaktan vazgeçmemiz gerekiyor. Ve şu şartlar altında bu bitecek. Ruhumuz hasta değil sadece stres altındayız. Buradaki en önemli kısım mevcut durumda yapabileceğimizin ne olduğunu ve kendi gücümüzün neye yettiğine bakmak. Anne baba işten, fabrikadan eve geldiğinde ya da bir bankacı ekranı kapatıp çocuğunun yanına gittiğinde çocuğu ile birlikte neyi, ne kadar yapabileceğine bakması ve kendi yükünü iyi ayarlanması gerekiyor. Taşıyamayacağı yükü kaldırmaya çalışmak şu anda en riskli durumlardan birisi. Çünkü vücudumuz ve zihnimiz bize söylüyor. Yorgunluk nedir? Yorgunluk orada dur anlamına gelen, organizmamızdan gelen bir sinyaldir. Yorgunluğa kulak vermemiz lazım, yapabildiğimiz kadar, bazı şeyler eksik kalacak. Mükemmeliyetçiliği bir kenara bırakmak gereken bir zaman olduğunu düşünüyorum. Örneğin, şunu düşünün belki başka bir soru gelecek ama ben vurgulamak istiyorum. Özel gereksinimli olarak tanımlanan neredeyse toplumun en az yüzde 10’unu oluşturan çocuklarla ilgili, bu çocukların, Millî Eğitim Bakanlığı’nın güzel bir duyurusu oldu.  Bireysel eğitimlerinin rehabilitasyon merkezlerinde süreceği ile ilgili. Ama bu çocukların aldığı tek eğitim bu değil. Örgün eğitim içerisinde yer almaları için nasıl çözümler üretileceğine ilişkin bir boşluk var. Yine belki özel gereksinimli olarak tanımlanmamış ama gereksinimleri yüksek, dikkati dağınık, öğrenme zorlukları olan, kendini kontrolde zorlanan çocukların ihtiyaçlarının gözetildiği bir eğitim düzenlemesi konusunda kafa yorulması gerektiğini düşünüyorum.

Çok haklısınız. Ve çocukların bir de fiziksel gelişimi de ruhsal gelişimi yanında evde kapalı kaldı, hareketsiz kaldılar. Örneğin, benim oğlum basketbola gitmiyor çok daha sınırlı hareket ediyor. Bir kalabalık, bir caddeden geçerken bile çocuklar başka bir dünyaya gelmiş gibi hissediyorlar, şu dönemde okulsuz hayatta. Onların gelişimi için uzun vadede nasıl etkiler, bu arada gerçekten fiziksel gelişimlerine de bu bir etkisi olacak mı bu sürecin sizce?

YY: Değerli bir arkadaşımızın görüşünü aktarayım, dedi ki bana AVM’ler, dükkanlar kapanabilir çocuklara. Çocuklara kapansın, en azından. Çocukların girmesi için bir sebep yok oralara, şekerci dükkanları ya da başka yerlere. Ama parkları, bahçeleri serbest kılalım, saatle değil ama mekanla ilgili bazı kısıtlamalar getirmek düşünülebilir. Nasıl bir bara, meyhaneye çocukla gidilmiyor, kalabalık ve kapalı olan bazı yerlere de çocuklar girmeyebilir. Ama bu saatler üç saate sıkıştırmayacak şekilde, çocukların açık havada zaman geçirebilecekleri sınırlı da olsa mekanları daha çok kullanmaları sağlanarak, açık hava serbest olsun.

Şimdi bugünlerde çok sıkça söylenen bir şey var ya, Türk dizilerinde artık psikologları psikiyatristleri daha çok görmeye başladık. Aslında en çok biz haberciler sizi daha çok ağrımaya başladık Yankı Bey. Herhalde bu kadar yıkımın yanı sıra yanında bu sürecin bize böyle bir katkısı var, öyle düşüneyim. Çünkü pek çok konuyu daha önce konuşmadığımız kadar detaylı konuşuyoruz bu dönemde. O yüzden son olarak böyle duygularımızı daha çok mu birbirimize söyleyelim evin içinde? Duygularımızı daha çok berrak bir şekilde mi paylaşalım? Birbirimizi sevdiğimizi mi çocuklarımıza söyleyelim? Birkaç cümleyle bir öneriniz var mı bitirirken?

YY: Çok iyi fikir. Buna aslında biz literatürde genellikle hissetmeye ve hisleri paylaşmaya izin vermek diyoruz Kendi hislerimize izin vermek. Çünkü çoğumuz böyle durumlarda otomatik olarak, tehlikeli bir durumla karşılaştığımızda kaslarımızı, kendimizi kasmamız gibi duygularımızı ifade mekanizmalarımızda da bir kasılma hatta bir tutukluk oluyor. Bunun için sevdiğimiz ve güvendiğimiz insanlarla, güven duygusu içinde hissettiğimiz insanlarla ne hissettiğimizi, başta korku ve endişeler olmak üzere paylaşmak önemli. Küçük çocuklarla açıkça paylaşmıyoruz bu tür duyguları, ama özellikle ergenlik dönemindeki çocuklarla endişelerimizi, bu endişeleri gidermek için neler yapmayı düşündüğümüzü ve onların da fikirlerini sorarak, onların nasıl katkıda bulunabileceğini, örneğin ekonomik konularda veya evin devamı konusunda ya da evdeki iletişim konusunda açık duygulara dayalı bir paylaşıma imkan vermek, bunu denklare etmek, herkesin hislerini ifade etmesine cezalandırma korkusu ya da ayıplanmak korkusu olmadan izin verilmesine her evde anne babaların duyurmasını tavsiye ederim. Çok başka bir etkisi olduğunu göreceksiniz. Çocuklar ne anlayacak bundan derseniz, yapın görüyorsunuz.

Sonucunu görün diyorsunuz. Çok teşekkürler Prof Dr. Yankı Yazgan yayınımıza katıldığınız için. Sağ olun.

YY: Teşekkür ederim.