therapy

Merhamet refleksi

Başka birisine zarar vermeyi ve verilmesine rıza göstermeyi kabul etmeyen yanımızın neredeyse otomatik olarak devreye girmesini bir refleks gibi düşünebiliriz.

Geçtiğimiz hafta Twitter konularından birisi Sait Faik’in soyadını (Abasıyanık) kitap adıymış gibi okuyan genç kız oldu. Okurların “bu konuya değinseniz”, demesiyle fark ettiğim bu “tartışma”da bir taraf cehaletin yaygınlığına ve eğitimin çöküşüne örnek seçtikleri genç kız ile bir yerde dalga geçerken, bir taraf da bu alaycılara karşı genç kızın yardımına koşmuş. İmdada yetişenler genç kızın hazırladığı kitap tanıtım videosuna işaret edip hataya tahammülsüzlüğü protesto etmişler. Tanımadığımız bir insana sıradan sayılabilecek, kimseye zararı dokunmayan bir hata nedeniyle bir gencin teşhir edilmesinden rahatsız olmakta yadırganacak bir durum yok, aksine bir tür sosyal refleksin ürünü.

Başka birisine zarar vermeyi ve verilmesine rıza göstermeyi kabul etmeyen yanımızın neredeyse otomatik olarak devreye girmesini bir refleks gibi düşünebiliriz; haksızlığa uğradığını düşündükleri için genç kızın imdadına koşanlarda hızla aktifleşen bir refleks. Tam tersini de kızın Sait Faik’in soyadı olduğunu bilmeyen (ve dolayısıyla “kitaplarla ilgili konuşma yetkisini kaybeden”) genç kızı alay konusu edenlerin merhamet refleksi nerede? Biraz kurcalasanız, aynı kişilerin başka bir noktada acıma duygularının etkisinde kaldıklarını, saldırıya uğrayan ya da küçük görülen başka birisinin yardımına koşabildiklerini görürsünüz. Sadece Abasıyanık’ı kitap adı sanan bu çocuğa karşı bir nedenle bu duyguları oluşmamıştır. Merhamet refleksinin kişilerde varlığı ya da yokluğundan ziyade, belli koşullara bağlı olarak devreye girip girmediklerinden söz etmek daha doğru olabilir.

Eski yazılarımdan birisinden alıntılarsam; “Merhameti karmaşık sosyal bir refleks olarak tanımlayabilirim. Eli kanlı katil bile karşısındakinde gözyaşı gördüğünde durup düşünebilir, acıma duygusu davranışımızı kısa süreliğine de olsa değiştirtecek güçtedir. Duyularımıza dönük uyaranlar, gördüğümüz ve işittiğimiz şeyler merhameti tetikliyorsa, duyu alanımızın ötesindeki acı verici olayların bu refleksimizi pek etkilemesi beklenmez.

En acıklı yüz ifadesini takınmış bir kişiye cami kapısında sadaka veren iyiliksever kişi, karşısına çıkmayan yüzünü görmediği gerçek ihtiyaç sahibini bilemez. Ancak merak ederse, ararsa bulabilir. Yalnızca gördüğüyle tetiklenen bir merhamet refleksi yoksulluğun veya ezilmişliğin mekanizmasına kafa yordurmayacak, kişi gördüğü için bir şey yapmakla yetinecek, daha fazlasını kurcalamayacaktır. Görmediğimizi bilmediğimiz bir iletişim dünyasında sadece bize gösterilene bakar hale gelebiliriz. Merhamet refleksini tetiklemeye dönük resimlerin dolaşımda olduğu her durumda, ‘gösterilmeyen ya da göremediğim başka ne var’ diye düşünme alışkanlığını geliştirebildiysek, merhamet refleksimiz kendi denetimimizden çıkmaz.”

Silahlanma özgürlüğü
Amerikalı yetkililer Florida’daki silahlı lise baskını sonrasında baskıncının “ruh sağlığı bozuk, okuldan atılmış” birisi olduğunu söylediler. Silahlanmayı sınırlayacak yasalar çıkartsalar, silahlanma özgürlüğünü kısıtlasalar bile önleyemeyecekleri bir durumla (ruhsal bozukluk) ilişkilendirdikleri bu eylemler yüzünden silahlanma özgürlüğünü kısıtlayamayacaklarının gerekçelendirmesi ABD’deki büyük bir kitle için akla yakın. Bu silahlı kitlenin merhamet refleksinin varlığından kuşku duymam, nerede kullandıklarını nerede kullanmadıklarını siz tahmin edin.
Ülkemizdeki silahlanma ve silahlandırma eğiliminin politik niteliği bir kenara, bireylerin hayatına dönük etkisini ve tehdidini anlamak belki daha önemli. 2010’da Türkiye Psikiyatri Derneği’nin yayımladığı ve her sene içeriği (ne yazık ki) yaşanan olaylarla doğrulanan bir bildirgeden aktarayım:

“Cinayet olgularının yarısı ateşli silahla gerçekleşmektedir. Her yıl yaklaşık 3 bin kişi silahla ölmekte, 12 bin kişi yaralanmaktadır. Ateşli silahlarla işlenen suçların yaklaşık üçte ikisi ruhsatsız, üçte biri ruhsatlı silahlarla işlenmektedir. Silahlanma çılgınlığının ulaştığı dehşet verici boyutların günlük yaşamda sıkça karşımıza çıktığı alanlardan birisi de aile içi şiddettir. Evde silah bulunması, aile içi şiddet olaylarında ciddi yaralanma ve ölümlere yola açmakta, intiharları kolaylaştırmakta, çocukların kaza ile ölüm ve yaralanmalarına neden olmaktadır. Aile içi şiddet ve eş öldürmeyle sonuçlanan olayların yüzde 35-40’ında silah kullanılmaktadır. Bir evde ateşli silah bulunması nedeniyle ölüm riski 12 kat artmaktadır. Silahla işlenen cinayet olaylarının %25.5 i aydınlatılamamakta, ‘faili meçhul’ kalmaktadır. Bu oran gelişmiş ülkelerde ise %10’dur.”