Ezgi Hotalak ile röportaj
Anne babaların 0-6 yaş arası çocuklarını büyütürken akıllarına gelebilecek 300 soru ve cevaplarından oluşan pratik bir kaynak… Yankı Yazgan, Şule Yazgan ve Onur Tuğçe Poyraz Fındık’ın birlikte hazırladığı 300 Soruda Çocuğunuz Sizden Ne Bekliyor, anne-babalar için başucu kitabı olacak. Hekim/Yazarlar yıllar içinde anne babalardan kendilerine gelmiş soruları açık ve anlaşılır biçimde ele alıyorlar. Yazarlardan Dr. Yankı Yazgan ile kitap üzerine söyleştik. (2024)
Bize biraz kitabınızdan bahseder misiniz? Anne babalar için çocuk yetiştirme konusunda yazılmış pek çok kaynak var. Sizin kitabınızı bunlardan ayıran şey ne? Ebeveynlere ne vaat ediyorsunuz?
Kitapta çocuğun hayatının ilk 6 yılındaki gelişimini anlamak için önem taşıyan soruları ele alırken çocuğun gelişimini bir bütün olarak gördük; ruhsal yapının, bilişsel işlevlerin, beynin ve bedenin gelişimini birbirinden ayırmaksızın…
Bunu yaparken çocuk hekimliğinin (Şule Yazgan) ve çocuk/ergen psikiyatrisinin (Onur Tuğçe Poyraz Fındık, Yankı Yazgan) mesleki birikimlerini ve birbirini tamamlayan bilimsel bakış açılarını kitaba yansıtmaya çalıştık. Aramızda bolca konuştuk, birçok bölümü yazarken birbirimizin görüşlerini kapsadık. Bir panel gibi..
Anne-baba olma kararı ile birlikte başlayan değişimin en karakteristik yanlarından birisi çocukların bir daha neredeyse hiç aklımızdan çıkmaması. ‘İyi mi, mutlu mu, sağlıklı mı’ gibi sorular her gelişim evresinde farklı, yeni çok sayıda soruya dönüşerek zihinlerimizi meşgul eder. Cevabını bulana kadar başka bir şey düşünmenin zor olduğu sorular. Tek bir cevap birçoğu için pek yok. Kitabımızın çıkış ilkesi şu: Bu soruların her birisine kesin ve değişmez bir cevap bulmuş olmayı vaad etmiyoruz. Zaten öyle cevaplar yok. Ancak sorulara bilimsel ilkelere göre cevap arayışımızın, düşünme yöntemimizin annebabalara ilham kaynağı olmasını arzu ediyoruz. Annebabaların içinde olduğu duygu yoğunluğu aşırılaştığında telaşa kapılmaksızın, birbirleriyle dayanışma içinde ve çocuklarına odaklanarak, gereğinde işten anlayanlara sorarak kafalarındaki sorulara cevap bulabileceklerini düşünüyoruz. Bu arayışa ışık tutmak amacımız.
Anne babalığa ilk adım aslında karar aşamasında atılıyor. Bir çocuk sahibi olma fikri akla ilk geldiğinden itibaren başlıyor süreç. Bu aşamadaki bir çift kendilerini psikolojik olarak nasıl hazırlamalı anne babalığa?
Birbiriyle iyi anlaşan, iyi geçinen çiftler kendilerini anne-babalığın getireceği yükü taşımaya, bir yandan da keyfini sürmeye hazır sayabilirler. Elbette gündelik hayatın sıkıntıları, dünyanın halleri, savaş, kıtlık, yoksulluk, iklim acil durumu, göç, şiddet koşullarında bu hazır oluş ciddi biçimde etkilenebilir. Birçok çift anne-baba olmak konusunda şöyle bir dünyaya bakınca tereddüt edebiliyor. Yine de anne-baba olduktan sonra bir tür ‘sihir’ en olmadık koşullarda devreye giriyor. Bilimsel açıklamasını beyin gelişiminde ve insan zihinsel yapısının işleyişinde bulabildiğiniz bir ‘sihir’. Kitabın değişik yerlerinde buna değiniyoruz.
Kitapta bir bebeği büyütürken karşılaşılabilecek sorunlar konular halinde ayrılıyor. Her konuda onlarca soru yer alıyor. Peki anne babaların en çok zorlandığı konular neler? Çocuğun hangi dönemi ebeveynler için daha sancılı geçiyor?
Dışarıdan bakan kişiler için ufak sayılabilecek bir sorun bile anne-baba için büyük endişe kaynağı ya da çözümü zor gözüken bir mesele olabilir. Özellikle ilk yıllarda anne-babaların tehlike sinyallerini algılama duyarlılığı yüksektir; yanlış yapmaktan, istemeden bir zarar vermekten endişe duyarlar. Hangi anaokuluna verelim, gece uyurken üstünü kaç kat örtelim, evden çıkarsak kaç saat hatta dakika içinde geri dönmeliyiz, gibi konular gündemi öyle bir işgal eder ki… Çocuklarının gün be gün gelişimini, kazanımlarını kolayca gözden kaçırabilirler. Gelişimin sancılı olduğu dönemler genellikle gelişimin hızlandığı, anne-babanın neredeyse her gün çocuklarının yeni bir kazanımıyla karşılaştığı ve buna göre kendi tutum ve yaklaşımında değişiklikler yaptığı dönemlerdir.
Çocuğun gelişiminin başdöndürücü, kazanımlarının çok sayıda ve peş peşe olduğu ve olası aksiliklerin olumsuz etkisinin en yüksek olduğu iki ana dönem hangisidir deseniz, ilk 1000 gün ve ergenlik, derim. Neden? Her iki dönemde de, beyin gelişiminin hızı yüksektir, değişik beyin bölgeleri arasındaki alışverişi sağlayan bağlantılar oluşur. Çevre ile sosyal etkileşim beyin gelişim hızını etkiler. Küçük çocuk ile anne-baba arasındaki her bakışma, her konuşma, her dokunma ilişki kurma arzusunu besler, iletişim becerilerinin ortaya çıkmasını sağlar. Sevilmek, değer verilmek, kendini biricik hissetmek çocuğun zihninde başkalarına yer açabilmesine, başkalarını anlayabilmesine ve sevmesine olanak verir. İlişki ve iletişim kurma ömür boyu devam eden bir ihtiyaçtır. Bu ihtiyacı karşılama için gereken becerilerin temellerinin oluştuğu başlıca dönem ilk 1000 gün ise, ‘gerçek’ hayatta pekiştiği, sınandığı başlıca dönem de ergenliktir. Bu kitapta ilk 6 yıla odaklıyız.
Günümüzde anne babalar çocuk yetiştirirken evhamlı davranıp çocuğun üzerine gereğinden fazla düşebiliyor. Bu durum da bazı hatalara yol açıp çocuk üzerinde geri dönülmez etkiler yaratabiliyor. Bu etkiler neler ve bunlardan nasıl kaçınılabilir?
Annebabalığın dokusunda evhamlılık var; evham yersiz konuları dert etmeye sürüklediğinde, gerçek ihtiyaçları gözden kaçırmaya, karşılıklıklı ilişkinin tadını çıkartmaya engel olduğunda bir sorun olarak görebiliriz. Annebabanın içinde olduğu ruhsal durumu etkileyen, gelecek kaygılarını pekiştiren toplumsal durumlar, örneğin savaş, yoksulluk, çocukların ihtiyaçlarını görmeyi zorlaştıracak, bazen de çocuklarını ‘kafaya takmaları’nı, yeterince ve gereğince ‘evhamlanmalarını’ önleyecektir. Evhamlanıyor olmak bir farkındalık getirebilir, özeni arttırabilir, eğer ve özellikle anne baba birlikte dert ediyor, bu dertleri beraberce karşılıklı saygı içinde gidermeye aşmaya çalışıyorlarsa çocuklarına gösterdikleri özen ile hatırlanırlar, verdikleri şu ya da bu durum ile değil. Zarar verir miyim acaba diye düşünen bir insanın zarar verme olasılığı oldukça düşük, üstelik. Şu gerçeği de hatırlayalım; yetişkinlerin çocukların yaşamının kalanını etkileyebilecek zarar verdikleri durumlar daha ziyade ihmal ve ihlalden kaynaklanır. Örneğin, çocuğu ‘yanlış’ okula yollamak ile okula yollamamak arasındaki farkta olduğu gibi…
Kırk yılı aşkın bir süredir çocuk psikiyatrisi alanında uzmansınız. Teoride her şeye hâkimsiniz. Ve siz de bir babasınız. Bildiklerinizi pratikte uygulayabildiniz mi? Geriye dönüp baktığınızda şurada hatalı davranmışım dediğiniz bir şey var mı?
Mesleğim gereği sahip olduğum bilgileri yakın ilişkilerde uygulayıp uygulamadığım sorusuyla çok karşılaşıyorum. Mesleki eğitimimiz bizi iyi ya da örnek annebaba olmak için yetiştirmeyi amaçlamıyor, üstelik bildiklerimizi uygulayabilmemiz yaşamın daha erken zamanlarındaki deneyimlerimizden etkileniyor. Nasıl bir annebabalık yaptığımı bana nasıl annebabalık yapıldığı, nasıl bir çocuk olmuş olduğum da belirliyor.
Edindiğim bilgiyi çocuklarımla ilişkilerime nasıl aktardığıma gelince, en doğru cevabı çocuklar verecektir… Yine de deneyeyim. İlk 1000 günü düşünelim. Gelişimin içinde barındırdığı ‘bütün mümkünleri’ adeta hayranlıkla izlediğimi hatırlıyorum. Aynı zamanda, benim ve eşim Şule’nin kendi yaptıklarımız üzerinde belki fazlasıyla durup düşündüğümüz, doğal gelişim üzerindeki etkimizi abarttığımız, aşırı sorumlu hissettiğimiz çok oldu. Bilgi sahibi olmak bu noktalarda annebaba olarak ‘haddimizi bilmemizi’ sağladı; çocuklarımızın sınırlarına, seçimlerine, yollarına saygılı olmamız gereğini hatırlattı. Bizi gerçekçi ama umutlu kıldı. Bu gerçekçi umudu başkalarına aktarmak için yazıyoruz.