Takım ruhu nasıl yerleşir?

Amerikan futbolunda (ve yıldız ve parlak insanları içeren takım çalışmasına dayalı her yerde) ruh sağlığı danışmanlığının kullanımı hakkında 25 yıl önce yazdığım bir yazı.

Spor alanlarında sık sık duyulan öfke dolu pek çok tamlamadan birisi de ”Ruhsuz…” diye başlayanıdır. Ya da kısaca, söylemesi kolay olsun diye “ “RUHSUZLAR”! Tezahüratların hakikatleri ne ölçüde dile getirdiği tartışılabilir. Nitekim ABD’nin en ünlü Amerikan futbolu oyuncularından John Hannah “ruhsuz da ne demekmiş?” diyor takım psikiyatristi Dr. Annand Nicholi’ye. “Ben bir profesyonelim. Bu işten para alıyorum. Maça en iyi şekilde hazırlanmak dışında bir sorumluluğum yok. Başkalarının nasıl oynayacağı veya takımın genel ruh hali beni çok ilgilendirmez.”

Bir örgütün işleyişini düzenler gibi

Her takım bir çeşit “örgüt”tür: bir ortak görevde birleşmiş bir grup insan. Örgütlerin esas sorunları görevlerini yerine getirmeleriyle ilgili becerilerindeki eksik ya da fazlalıklarda değildir. Daha çok insanlar arasındaki ilişkilerde çıkan sorunlar nedeniyle “takım yatar”, hedefe ulaşılamaz. Bu sorunların yarattığı engeller ortadan kaldırıldığında, işler akıl almaz biçimde yoluna girer. Örgütün işleyişinde insanlar arasındaki ilişkilerin rolünü gözlemek için en uygun “laboratuvar”, spor dünyasındaki takımlardır. Zira yapılanların sonuçlarını görmek için yıl sonunu, genel kurulu ya da bilançoyu beklemek gerekmez, olaylar ve sonucunda olan değişiklikler hafta hafta izlenebilir. Seyircilere bir dizi film tadı vermesi de burada belki.

xxxx

New England Patriots futbol takımının psikiyatrı Dr. Nicholi Harvard’dan. 25 yıldan sonra ilk kez Süper Kupa adayı olan takımda önce hafif bir tebessümle karşılanan doktor, üç yılın sonunda takımların ve sporcuların vazgeçilmezi olmuş, yüksek ücretli transfer teklifleri almış.

Şu iş karşılığında:

  • Sporcuların bireysel ruhsal sorunlarını ele almak ve bunların sportif verimi düşürmesini önlemek,
  • Zihinlerinin sportif verimini doruğa çıkartacak teknikler öğretmek,
  • Sporcularla gruplar halinde bir araya gelerek, takım olarak verimliliği bozan faktörleri ele almak,
  • Sporcular, yöneticiler ve antrenörler arasındaki ilişkileri problemlerden arındırmak ve işlevsel kılmak.

Tek tek ilgilenildiğinde

Psikiyatr ya da psikolog, sporcularla tek tek ilgilenirken öncelikle 20-35 yaş grubuna özgü ruhsal sorunlarla karşılaşacaktır. Örneğin, evlilik problemleri, meslek seçimine ilişkin sorunlar vb. Diğer yanda, yıldız sporculuğun kendine özgü sorunları var. Çoğu küçüklüğünden bu yana yeteneği bilinen, bir yıldız olmak üzere yetiştirilen ve bu uğurda pek çok sorumluluktan muaf tutularak büyümüş, özellikle dürtü kontrolü bakımından yetersiz kalarak yetişen çocuklar…

Üstelik oyuncuların büyük bölümü yıldızlaştıklarında sınıf değiştiriyorlar. Ellerine çok büyük para geçiyor, birdenbire ünlü oluyorlar. Başarıyı sindirebilmek her zaman kolay olmuyor. Böyle bir durumda, ne oldum deyip şaşkına dönmeye elverişli her sporcu bocalayabilir.

Sonuçta atletik gelişmeleri ve olgunlaşmaları, ruhsal gelişme ve olgunlaşmalarının zararına gerçekleşmiş bu yıldızlar ile doktorun kuracağı (ve takım liderlerinin benimseyeceği modeldeki) ilişki, yıldızların takım (ve giderek toplum) içerisinde hırpalanmaksızın yerlerini almalarını sağlar. İlişkinin en önemli özelliği ise cezalandırmayan, ama sınırları da net belirleyen bir tür tatlı-sert tavır.

Sihirli çözüm takım içi ilişkilerde

Sporcuların zihinsel faaliyetlerini vücudun verimliliğini maksimuma çıkartacak şekilde düzenlemeleri öneriliyor. Örneğin, sporcunun görevini en mükemmel şekilde yerine getirdiğini defalarca hayal etmesi, sahada bunu gerçekleştirmesi gibi…

Ancak, sahadaki bütün oyuncuların “bir şeyler” hayal ettiklerini varsayarsak, hepsinin birden başarıya ulaşabilmesi de bir hayal gibi gözüküyor. Takım doktorlarının, danışmanlarının yaklaşımlarında en çok vurguladıkları husus, takım içi ilişkiler.

Kendine güveni azalmış sporcuların oluşturduğu bir takımda bu bireylerin problemlerinin teker teker çözümlenmesi çok anlamlı olmayabilir. Yerleşik ilişki biçimleri, birbiriyle ilişkilerdeki alışkanlıklar, bireysel düzelmelere rağmen genellikle ayak direr. Aralarında sürtüşme olan oyuncular takım oyununu aksatırlar, birbirleriyle selam sabahı olmayan iki kişinin birbirine vereceği pasların niteliği tartışılmalıdır.

Takımın sahaya çıkış anı bile fikir vericidir. Neşe içinde, topluca sahaya çıkan bir takım sağlıklı bir görünüm verir. Bütün takımlar (bilerek-bilmeyerek) bu sağlıklı görünümü oluşturma amacıyla takım içi ilişkileri iyi tutma çabası gösterirler. Yemekler, geziler, moral geceleri, şu, bu… Ama, takım içi ilişkilerin profesyonel bir bakışla gözlenmesi, gerginliklere “uzmanca” müdahalelerde bulunması “iyi niyetli” girişimlerden daha yüksek etkili oluyor.

Küçük gruplar halinde düzenli toplanan sporcular, giderek kendileri dışındaki diğer sporcularla ilgilenmenin, onlarla bağlantı içerisinde olmanın bir ruhsal olgunluk göstergesi olduğunu görürler. Başkalarının ihtiyaçlarına duyarlılık kazanırlar. Dr. Nicholi, grup toplantılarının maç öncesi yapılmasının teorik olarak çok anlamlı olmadığını, ancak uygulamada sporcuların bu “son dakika” dolduruşlarından çok yararlandıklarını ifade ettiklerini söylüyor. Ne dendiğini hatırlamasalar dahi.

Takımın görevini yerine getirmesinin tek ölçütü var. O da, kazanmak. Bu da müthiş zevkli ve eğlenceli bir şey. Doktorun takıma son dakikada verdiği öğüt, “hadi, fırlayın sahaya ve çılgınlar gibi eğlenin” oluyor. O zaman takım ruhu artık yerleşmiş sayılıyor ve takımın psikiyatrı başka bir ‘ruhsuz’ takıma doğru yola çıkıyor. (1992)