hayatzor

Stigma; bir güç meselesi

‘Biz deli değiliz, onlar deli’ dediğimizde ‘bize dokunmayın, onlara istediğinizi yapabilirsiniz’ ayrımcı dilini, zorbalığa ve stigmatizasyona maruz kalmış olsak bile ötekini öne sürerek kendimizi koruyacağımızı sanıyoruz

Gazete yazılarında veya sosyal medyada olumsuz davranış ya da durumları tanımlarken ruhsal bozukluklara benzetme sıkça yapılıyor. Siyasi liderlerin ruh sağlığına ilişkin sorgulamalarda ‘bu kadar saçma ve yanlış bir uygulamayı ancak ruh sağlığı bozuk bir kişi yapar’ gibi bir alt-mantık ürünü yakıştırmalar giderek artıyor.

Acımasızlığı ‘antisosyal bir kişiliğin ürünü’, kafa karışıklığını ‘şizofrenik dünya’da olmak gibi görünce bırakın teşhisinizin doğruluğunu veya etikliğini, siyasi hatalardan ya da tercihlerden değil kişilerin ruh sağlığında ellerinde olmadan ortaya çıkmış bozukluklardan söz etmiş oluyoruz. ‘Ben yapmadım prefrontal korteksim yaptı’ gibi bir savunma yapmaya olanak verecek bu ‘nöro/psikiyatrik’ açıklamalar sahiden ruhsal bozuklukları olan kişileri incitici bir mesaj içerdiği gibi hedef seçilip ‘ruh hastası’ ilan ederek siyasi sorumluluklarından sıyırdığımız güçlülere pek de dokunmuyor.

Eğer söyleyenler ruhsal bozukluk yakıştırmasını (yersiz ve ayrımcı) bir saldırı aracı olarak tasarladılarsa, karikatürlere karşı hassasiyetleri çok daha yüksek olan güçlülerin bu teşhisleri hiç ciddiye almadıklarını fark etmeliler. Zira ruhsal durumla ilgili ‘bozukluk’ imaları da dönüp dolaşıp güçsüzleri ve ruhsal durumu bozulmuş olanları daha fazla etkiliyor.

Stigmatizasyon (genel bir tanım : farklılığı ve eksikliği etiketleyerek dışlama, « damgalama ») ruhsal bozukluklara ve ruh sağlığı bozulmuş kişilere dönük olarak işleyen bir baskı mekanizması; güç sahipleri bu mekanizmadan adeta muaflar. Her türlü toplumsal zorbalığın temel ölçütü olan asimetri konusu burada da devreye giriyor.

Karikatürlerden incinip alınan yöneticilerin gerçek olup olmadığı belli olmayan ve ayrımcı sözlerle hakarete değil sahiden siyasi ve insani açıklarını ortaya koyan karikatürlerdeki eleştiriye tepki vermeleri çok daha ‘isabetli’.

Peki, ruhsal bozukluk tanıları taşıyan güçsüzlerin (örneğin, gelişimsel bozuklukları olan çocuklar) konu mankeni gibi kullanıldığı durumlarda tepki nasıl olmalı? Gelişimsel bozukluk (otizm gibi) tanısı olan birisinden söz edilen bir köşe yazısında ‘delilik’ tanımı geçince bu tanıyı almış olan anne-babalar ve alanda çalışan örgüt ve meslektaşlarımızın ilk tepkilerinden birisi ‘biz deli değiliz; bizim problemimimiz ruhsal bozukluk değildir’ oldu.

Önce bir yanlış anlamayı düzeltmem lazım: Gelişim bozukluklarının beyinsel temelinin bilinmesi, bu beyinsel mekanizmanın genetik etkenler ile çevresel etkenlerin bir araya gelmesi sonucunda çocuğun ruhsal (nasıl bir insan olacağını belirleyen düşünce, davranış ve hissediş özellikleri) yapısının gelişiminin hastalığın ana ‘mağduru’ olduğu gerçeğini değiştirmiyor.

Ancak ruhsal bozukluk grupları içinde de adeta bir statü hiyerarşisi hayal ediliyor; beyinsel temeli olduğu kanaati daha fazla olan nörogelişimsel bozukluklar (otizm, dikkat eksikliği-hiperaktivite bozukluğu gibi) anne-baba ‘kusurları’nın ya da çocuğun ‘tercih’lerinin rol oynadığı inancı ağır basan depresyon, kaygı ya da takıntı gibi problemlere üstün tutulabiliyor. Eğer beyinsel ya da genetik birtakım açıklamalar var ise, sorumluluğun bizde değil ‘doğa’da olduğunu düşündüren bu açıklamalar da bu hiyerarşiyi (beyin bozukluğu ruh bozukluğundan asildir) destekleyici oluyor. O zaman ‘biz deli değiliz, onlar deli’ dediğimizde ‘bize dokunmayın, onlara istediğinizi yapabilirsiniz’ ayrımcı dilini, zorbalığa ve stigmatizasyona maruz kalmış olsak bile ötekini öne sürerek kendimizi koruyacağımızı sanıyoruz.

İşin ilginci toplumsal araştırmaların bir çoğundaki bulgular, genetik köken/zemin bulgusunun stigmatizasyonu arttırdığını ortaya koyuyor. ‘Ben yapmadım’ ya da ‘biz onlar gibi değiliz’ açıklaması ve bireyin kendisini stigmadan korumak için başkasını stigmatize etme stratejisi çok etkisiz.

Deli olmak’ hakkında yazıp çizmiş çok kişi var. Ruhsal bozukluğu romantik bir başkaldırı ya da evrensel bir gerçeğin farkındalığı gibi yorumlayan bakış açılarını ilginç bulmakla beraber durumu anlama ve açıklama açısından yeterli olmadığını, ruhsal bozukluğun yarattığı acıya karşı da pek yarar getirmediğini düşünenlerdenim. Ancak ‘deliliğin’ (psikotik bozuklukların) varoluş biçimimize ilişkin hepimizi korkutan bir olasılık olması, bu ruhsal durumu doğuran ruhsal bozuklukların bizde olmadığını, bizim onlar gibi olmadığımızı söyleyerek (ruhsal durumu bozuk olanların) stigmatize edilmesini getirmemeli. Hele bir kademe daha asil hissetmek için psikozla veya başka ‘ruhsal’ bozukluklarla aramıza mesafe koyduğumuzda, stigmatizasyon zincirindeki yerimizi de pekiştirdiğimizi hatırlarsak… Stigmatizasyon’a tümüyle karşı olmaktan başka yol yok.