sinav

Sekseninci yaş günümde

Gültekin Yazgan’ın 80inci doğum günü kutlamasındaki konuşma notlarından, 13.07.2007

Seksen yaşında bir insanın hem kendine hem de dünyaya nasıl baktığını merak mı ediyorsunuz? Seksen yaşını çoktan aşmış bir kimse olarak kendimce anlatıvereyim.

Aslında seksenli yaşlar  da öteki yaşlar gibi, yaşadığımız yılların sayısını gösteren bir sayıdan başka bir şey değil diye düşünülebilir. Nasıl düşünülürse düşünülsün, bence seksenlere ulaşmış olan kişilerde dikkat çekici bir özellik var: Seksenini dolduranlar, insan ömrünün şimdisine daha önem veriyor, şimdinin tadını çıkarmaya bakıyorlar ya da bana öyle geliyor.  Bu “şimdiye düşkünlük” seksenliğin çevresinde yaşayanlara ”bencillik” gibi görünebilir. Hiç de bencillik değildir. Sadece gününü yaşamaya önem veriştir. Öyle ya, ömrünün sonuna yaklaşmakta olduğunun bilincindedir.

Daha önce de değindiğim üzere, yaş, yaşlanmayı yıl olarak gösterir, ama yaşlanmanın,  söz gelimi, derecesini  ortaya koymaz. Her seksenini dolduran insan  yaşlı sayılır;  ama psikolojik ve bedensel durumları  birbirinden farklı olduğu gibi, yaşama bakışları da başka başka olabilir.  Kimileri sadece gününü yaşamaya bakar, bunlar için yarınlar yoktur. Kimileri ise, hem şimdiyi yaşamaya ağırlık verir, hem de gelecek için planlar kurup, bunları gerçekleştirmeye çaba harcarlar.   Tıpkı daha genç yaştakiler gibi, bilinmeyen bir ana kadar yaşayacaklarını düşünür, kendileri için bir gelecek olduğuna inanırlar. Birçoğu da hiçbir zaman olmadığı kadar ibadete ağırlık verir, ibadethanelerden çıkmaz olurlar. Kısaca anlatmak gerekirse seksenini dolduran insanları aynı kefeye koymak olacak şey değil.

Ben ise şimdiyi yaşamaya önem vermekle birlikte geleceğe dönük planlar tasarlayan, onları uygulamaya  girişen gruba giren seksenliklerdenim.  Madem ki ömrümüzün kalan parçasının ne zamana kadar süreceğini  bilemiyoruz, öyleyse yaşamaya devam edeceğimi varsayarak geleceğe yönelik planlar yapmakta hiçbir sakınca görmüyorum. Yaşamakta olanların geleceği de vardır diye düşünüyorum. Bir şeyler yapmayı tasarlamak, onları gerçekleştirmeye çaba harcıyor olmak, insanı dipdiri tutan bir etken. Böyle davranmak dünyadaki yolculuğumuzun sürmekte olduğunu anımsatıyor.

Geçmişimi unuttum mu? Hiç de değil. Geçmişte olup bitenlerin bizi bugüne ulaştırdığını biliyorum, ama tüm ömrümüzü ayrıntılarıyla ve her yanıyla anımsamamızın gerekli olduğunu sanmıyorum; birçoğunu unutulmuşlar dosyasına atmışızdır. Ben yaşadıklarımın sıkıcı ya da üzücü olanlarını anımsamak istemem Geriye kalanlar güzel, tatlı ve olumlu anılardır.

Dikkatimi çeken şu var: Geçmişe karışmış bir durumu veya olayı zihnimizde canlandırdığımızda o sahnede görülen kişi sanki ben değilmişim gibi bir duyguya kapılıyorum. Sanki başka biri yaşamış da ben o yaşantının   seyircisiymişim.

Belleğimin çağırdığı en eski sahnede bir çocuk terasta plaka döşeyen Macar işçilerini seyretmekte: O çocuk benim, ama onu yabancılıyorum. Sanki o çocuk ben değilmişim, başka bir çocukmuş gibi geliyor bana. Kişisel tarihimize karışmış birçok durumu ve olayı da tıpkı öyle anımsıyorum. Sonra da, onların geçmişimin bir parçası olduğunun ayırdına varıyorum.

Belki de çoğu kişi böyle bir duyguya kapılıyordur, bilemem.

İnsan benim yaşımda olunca geçmişine karışmış, güzel olayları anımsamaya daha da meraklı oluyor sanırım. Nasıl olsa buna harcayacak bol bol zamanımız  var.

Tatlı anılar, güzel anılar gelsin, ötekiler belleğimizin bir yerlerinde  duradursunlar.

Bir de, yaşlılığın özellikle benim yaşlılığımın en güzel yanlarından biri torunlarım. dört torunum beni sevgiyle kucaklayıp “dedoşum” diye seslendikleri zamandaki mutluluğumu hiç bir şeyle değişemem.

Yaşlılığımın benim için en değerli olayı ise hayalini kurduğum Türkiye Görme Özürlüler Kitaplığının gerçekleşmesi ve benim her gün kitaplıkta geçirdiğim zaman.