Pandemi Tıp Öğrencilerini Nasıl Etkiledi?

*Bu yazı Stajyer Psk. Ece Elif Cantay, Güzel Günler Kliniği tarafından yazılmıştır.

İnsanların bir araya gelmesinin zor olduğu bu dönemde teknolojinin sağladığı imkanlar ile Yankı Yazgan ve tıp fakültesi öğrencileri, tıp fakültesi öğrencilerinin pandemi sürecindeki duygu durumları hakkında konuşmak üzere buluştu. Daha önceden öğrencilere iletilen bir anketten gelen bilgiler ışığında öğrencilerin ne düşündükleri ve dünyaya nasıl baktıkları değerlendirildi. Bu anket gönüllülük esasıyla doldurulduğundan ve küçük bir katılımcı grubuna sahip olduğundan bir okulu veya sınıfı temsil etmese de öğrencilerin durumları hakkında fikir veriyor.

Neredeyse tüm görüşmelerin çevrimiçi gerçekleştirildiği bu zamanlarda ders, toplu konferans veya webinarlarda öğrencilerin kameralarını açıp açmamaları konusu gündeme geliyor. Bu konunun konuşuluyor olmasının en büyük nedeni açık kamera kullanımının kişilere ve özellikle konuşmacılara karşılarında biri olduğu hissini vermesi ve bir bakıma konuşurken doğan bir şeye bakma ihtiyacını dolduruyor olması. Şu an için kullandığımız teknolojiler bize bağlamdan kopartılmış ortamlar sunuyor. Bağlam, yani context, yaratma ihtiyacı insan iletişiminde ve dünyayı algılayışında önemli bir yer tutuyor. Bir mekânın havasını, kokusunu, örneğin okulda kantinden gelen kokuyu, sınıfta kitapların kokusunu aldığımız bağlamların içinde yaşamaya alışkınız. Çevrimiçi platformlarda bu gibi bağlamların eksikliği mekânın kişiye verdiği etkiyi de ortadan kaldırıyor. Mekân etkisinin olmadığı, karşılıklı akış ve ilişkinin yeterince kurulamadığı şartlarda beraberlik kurmaya çalışıyoruz. O nedenle, bugünlerde her yaştan birçok kişinin yaşadığı en büyük zorluk anlamlılık duygusunun kaybı oluyor. Kurulan ilişkiler, mekân etkileri ve bağlamlar üzerinden de şekillenen anlamlılık duygusu çevrimiçi ortamlarda daha zor ortaya çıkıyor.

Pandemi, hayatlarımızı bir varoluş meselesi olarak etkiliyor. Pandemiden önceki yaşam olduğu gibi pandemiden sonra da bir yaşam olacak, yalnızca bunun ne kadar süreceğini bilmiyoruz. Hareket özgürlüklerimizi ne zaman geri kazanacağımızı bilmiyoruz.

Şu anki süreç de bir bakımdan rahatsızlığa ne kadar dayanabileceğimizi ölçüyor. Pandemi travma olarak formüle ediliyor. Travma, ruhsal ya da fiziksel bütünlüğümüze zarar verici bir olayla karşılaşmak ya da başka birisinin böyle bir durumla karşılaştığına tanık olmak anlamına geliyor. Negatif bir duygunun biraz bekleyince ve sindirince geçtiğini görüyoruz ama diğer yandan duygular ve bu dönemin bize hissettirdikleri aslında kalıcı da. Sıkıntıları da hatırlayacağız, ancak daha çok başkalarıyla ilişkilerimizde yaşadığımız duygularımız geriye kalacak. Durumların hissettirdiklerinden ziyade insanların birbirine hissettirdikleri hatırlanacak. Bu nedenle yaşadığımız zorlukların kimlerle paylaşıldığı, kaynakların paylaşımı, yardımlaşma önemli. Zorluğun ne tür izler bırakacağı önemli ölçüde kimle beraber olunduğuna bağlı.

Beyin Gelişimi

İnsanlarda beyin kabuğu 5 yaşına kadar kalınlaşıyor, 5 yaşından sonra ise incelerek gelişiyor ve son halini bulması 24-25 yaşlarını buluyor. Bu incelme arkadan öne oluyor, en son beynin ön bölgesi incelmeye başlıyor. Beynin özellikle muhakeme, ayırt etme, odaklanma, güçlüklere dayanma, çelişkilere karşı koyma becerilerinin kaynağı olan prefrontal alan 18-19 yaşında kendini kontrol mekanizmalarının gelişimine paralel olarak gelişiyor. Kontrol mekanizmalarından bahsederken riskli davranışlarda bulunmanın da gençlerin bir özelliği olduğunu hatırlamak gerekiyor. Cesaret gerektiren, bazen başı derde sokabilecek hareketlerin tercihi 16-17 yaş civarında yüksek ve sonra giderek düşüyor, bireylerde muhafazakarlık ve tutuculaşma artıyor. Tıp fakültesine yeni başlayan öğrencilerin de yaşları gereği beyin gelişimlerinin henüz oturmadığı ve ruhsal dünyalarının çalkantılara açık olduğu akılda tutulmalı. Genç ruh sağlığı kolayca bozulabiliyor ve sarsılabiliyor, genç olmak daha dayanıklı olmak anlamına gelmiyor. Örneğin Depresyon özellikle kadınlarda biraz daha erken, erkeklerde biraz daha geç ortaya çıkıyor. Görülme sıklığı kadınlarda 18 yaşında %10 civarında; erkeklerin iki katı risk taşıyor. Yaş ilerledikçe bu risk hafif düşüş gösteriyor ve sonra tekrar artıyor. O nedenle tıp fakültesi öğrencilerinin şu anda olduğu yaşlar, ruh sağlığının kritik önem taşıdığı yaşlar.

Anket Sonuçları

Anket sorularını, değişik sınıflardan yaklaşık 18 kişi cevapladı. Katılımcılar arasında kadın-erkek oranı benzer ve orta sosyoekonomik seviye ağırlıklı. Anketi dolduran öğrenciler doktorlara karşı toplumdaki sorunlar ve şiddetten büyük ölçüde şikayetçi. Travmatik durumlarda etkili olan ana etkenin başkaları tarafından kasıtlı olarak bireye verilen zarar veya bu zararın bir başkasına verilmesine şahit olması düşünüldüğünde tıp öğrencilerinin maruz kaldığı şiddet ruh sağlıkları bakımından önem taşıyor. Tıp öğrencisi olarak diğer tıp öğrencileri veya üstleri tarafından sözlü taciz veya saldırıya uğramış veya tanık olan 8, fiziksel saldırıya uğramış veya tanık olan 3 ve cinsel tacize uğramış veya tanık olan 3 kişi var. Çoğunluk şiddete tanık olmamış olsa bile bunlar önemli. Etik değerleri belirlenmiş bir meslek olarak hekimliği seçmiş öğrencilerin birçok durumda bazı reaksiyonları vermemesi, bazı şeyleri yapamaması, yapmamış olmaktan dolayı travmatize edici sonuçlar doğurabiliyor.  Moral injury, yani ahlaki yaralanma, kişiyi ruhsal olarak zedeleyebiliyor. Tükenmişlik ve anlam kaybı ile mücadelede yapılması gerekenlerle ilgili ses çıkarmak ruh sağlığını koruyor.

Çalışmaya katılan öğrenciler arasında yaz aylarında kaygının azalmış olduğu, sonbaharda tekrar artmış olduğu ve hatta sonbaharda pandeminin başı olan ilkbahar dönemine kıyasla daha fazla olduğu görülüyor. Kaygı seviyeleri ülkedeki vaka ve ölüm sayılarıyla bir korelasyona sahip; vaka sayılarının ve ölümlerin düştüğü yaz aylarında kaygının azaldığı görülüyor. Önceden bir ruh sağlığı problemi olanlar katılımcıların %12,5’ini oluşturuyor. Pandemi ile birlikte grubun %43’ü ruh sağlığının zorlandığını söylüyor. Fakat buna rağmen destek alanların oranının aynı kaldığı görülüyor. Bu durum, daha önceden problemi olan kişilerin ne yapacaklarını ve nasıl yardım alacaklarını biliyor olduğu, ama yeni yeni ruh sağlığı problemi yaşamaya başlayanların bilmiyor olduğu şeklinde yorumlanabiliyor.

Pandemi ve getirdiği sıkıntıların önümüzdeki dönemde nasıl bir tehdit oluşturduğu sorulduğunda katılımcıların birçoğu kendisi için pek büyük bir tehlike görmüyor; dünya ve ülke açısından ise bir tehdit oluşturduğunu düşünüyor. Bu da katılımcıların kendilerinden çok dünyanın ve ülkenin durumunu, iyilik halini gözeten ve dert eden bir grup olduğunu düşündürüyor. Nitekim bu da seçtikleri meslekle uyumlu bir dünyaya bakış şekline sahip olduklarını gösteriyor.

Katılımcılar arasında kesinlikle aşı yaptırmayacağını söyleyenlerin olmadığı, %62,5’inin aşı yaptıracağını söylediği görülüyor. Geri kalan öğrenciler ise aşı olan diğer insanları gözlemledikten sonra aşı yaptırmayı düşünüyor. Kanıt temelli düşünen doktorlar arasında günümüzdeki verilere güvensizlikle beraber bu şüphelerin normal şüpheler olduğu düşünülüyor.

Aşırı yıprandığını söyleyenlerin oranı özellikle sonbahar ayında giderek artmış. Yıpranmışlık düzeyiyle çökkünlük olarak tanımlanan kendini iyi hissetmeme oranı arasında bir ilişki olduğu görülüyor. Aynı zamanda kişilerin daha fazla dikkat sorunu yaşadığı sonucuna ulaşılıyor. Dikkatini verme zorluğu çekenler ve çekmeyenlerin oranına bakıldığında, zorluk çekenler hafif bir artış göstermiş. Çevresine yararlı rol oynadığını hissetme oranında bir farklılık yok. Sorunlarıyla başa çıkmada kendini yeterli görme seviyelerinde hafif bir düşüş var. Karar vermekte güçlük çekenlerin sayısında pandemi öncesine kıyasla bir artış yok. Güçlüklerin üstesinden gelemediğine inananların oranının 2 katına çıktığı görülüyor. Mutlu hissedenlerin oranında çok büyük bir farklılık yok ama zevkli ve keyifli bir hayat sürdüğünü düşünenlerin ankete katılanlara oranı pandemi öncesinde 2/3 iken 1/4’e inmiş. İş ve okul hayatlarının pandemi sürecinden nasıl etkilendiği sorulduğunda katılımcıların %62,5’inin “İşimde/okulumda biraz huzursuz hissediyorum, belki biraz negatif etkiledi” seçeneğini işaretlediği görülüyor.

Soru – Cevap

Soru: Bu süreçte kaybettiğimiz motivasyonu nasıl geri kazanabiliriz?

YY: Motivasyonun kendi kendine geri gelmesini beklemeden motivasyona engel olan alışkanlıklarda değişikliklere gidilebilir. Motivasyon, bir yerden bir yere hareket etmek istemek aslında. İlham beklemek gibi değil, beklemeden ne yapmak gerekiyor bunlara bakılmalı. Faydasız veya lüzumsuz alışkanlıkları motivasyonun doğmasını engellediklerini fark ederek ayırt etmek, onlardan uzaklaşmak gerekiyor öncelikle. Zihnimiz mazeret bulma konusunda çok usta, bu nedenle bir şey yapmak için içimizden müthiş bir istek, motivasyon, ilham gelmesini beklemeden hareket etmek faydalı oluyor.

Soru: Bu süreçte kendimizi yetersiz hissetmeye başladık, mesleğimizle ilgili özgüvenimizin de düştüğünü hissediyoruz. Bu düşünceden nasıl çıkabiliriz?

YY: Yetersiz olmadığımızı defalarca kanıtlasak, görsek de zaman zaman yetersiz olduğumuzu düşünebiliyoruz. Aktif bekleme bu süreçte önemli. Bu geçirdiğimiz zaman içerisinde yapabileceklerimizin ne olduğunu ve var olan sınırları görmeliyiz. Ve yapabildiğimiz şeyleri yaparak zaman geçirmeliyiz. Aslında gündelik hayatımızda birçok şey yapıyoruz, bu işler yeterlilik hissine yardımcı olabiliyor. Şu an içinde bulunduğumuz durum yeterlilik hissini test etmek, yeterliliğimizi kendimize kanıtlamak için doğru bir zaman değil. Zamanın gereklilikleri içinde “Şu anda benim ne yapmam gerekiyor?” diye düşünmek, gündelik konularda ne yaptığımıza bakıyor olmamız lazım.