Okullar Olmadan Olmaz

Yoksulluk, Eşitlik, Ruh Sağlığı ve İnsan Gelişimi Açısından Pandemi ve Okullara Bakış

Türk Toraks Derneği Ağustos Ayı Semineri

*Bu yazı Stajyer Psk. Ezgi Düzce, Güzel Günler Kliniği tarafından yazılmıştır.

Çeşitli alanlardan uzmanların katılımı ile Türk Toraks Derneği tarafından düzenlenen “Pandemi ve Okullar” webinarı Ağustos ayında düzenlendi. Prof. Dr. Yankı Yazgan’ın (yazının devamında YY) yaptığı sunum ile katkıda bulunduğu seminerden öne çıkanları derlediğimiz yazıyı keyifle okumanız dileği ile.

*Yayını merak edenler https://www.youtube.com/watch?v=Q8SMgMr6NuQ ve YY’ın sunumunu dinlemek isteyenler https://podcasts.apple.com/us/podcast/se%C3%A7ilmi%C5%9F-s%C3%B6yle%C5%9Filer-26-okullar-neden-gerekli/id1567191957?i=1000534081518 , https://open.spotify.com/episode/2EshYIHQnVfZ4HP4jfHpYi?si=aabuXo5XQ5iM0g4rw7SRBA&dl_branch=1 linklerini inceleyebilirler.

YY sunumuna, okulların neden önemli olduğunu anlatmaya çalışacağı bir sunum yapması gerekeceğinin daha önce aklına gelmeyeceğini hatta şimdinin aksine önceden okulların yetersizliğinden ve çocuklara verdiği zararlar üzerinden konuşulduğunun fakat pandemi sürecinde okulların kapanmasıyla  birlikte okulların neden olmazsa olmaz olduğunun anlaşıldığına değinerek başladı. Bazı çalışmalar olsa da pandemi döneminin yol açtığı zararlara dair tam bir döküm olmadığına değinen YY, konuşmasında pandemi öncesi bir sunum yapıyormuş gibi konuya yaklaşacağını çünkü şimdi yaşanılan durumun bir örnek olduğunu ve birçok felaket yaşayabileceğimizi, okulların varlığını sürdürmesini engelleyecek birçok etken olabileceğini ekledi. Pandemi döneminin hayatımızdaki birçok şeyi gözden geçirmemize neden olduğunu ve okulların hem çocukların hem de yetişkinlerin hayatındaki yerinin de farklı perspektiflerle değerlendirildiğinden bahsetti.

Burada önemli olan sorunun “Hangi okullar?” olduğunu, yani okulun Türkiye’nin neresinde olduğu, nasıl bir coğrafyada olduğu, ne tür bir kitleye hitap ettiği, hangi yaş grubunu kapsadığı gibi değişkenlerin okulun, kişinin ve toplumun hayatındaki yerini belirleyici olduğunu vurguladı. Çocuk hekimleri ve çocuk ruh sağlığı hekimlerinin ortak paydalarından birinin çocukların gelişimini engelleyici unsurları ortadan kaldırmak ve bu koşullar nedeni ile ortaya çıkan sorunları düzeltmek olduğunu ekledi.

Ülkemizin büyük bir kısmının eğitim ve sağlık hizmetlerini kamusal kaynaklarla sürdürebildiğini vurgulayan YY, sunumu yoksulluk ve eşitsizlik perspektifi üzerinden sürdürürdü. İlk olarak zihinsel gelişimden kısaca bahsetti; öğrenme, dikkat, odaklanma ve bellek ile ilgili sistemlerin gelişimini belirleyenin beyin alanı olduğu ve beyindeki kıvrımlar arttıkça beyinin yüzeyinin büyümesiyle birlikte çocuğun bilişsel kapasitesinin, öğrenmeye açıklığının, düşünme ve muhakeme becerisinin arttığını anlattı. Beyin yüzeyinin artmasının birebir gelir düzeyi ile orantılı olduğunu, yani yoksulluk ile öğrenmeye teşkil eden zihin gelişimi arasında bir ilişki olduğuna değindi. Aynı zamanda, anne babanın eğitim düzeyinin de bu gelişme etkisi olduğunu ve anne babasının eğitim düzeyi daha düşük olan çocukların okuldan daha çok faydalanması gerekirken aksine okula gidip gitmeme veya okul, sınav başarısı gibi konularda pek öne çıkmadıkları üzerinde durdu. Aynı zamanda ergenlikte olmanın yanı sıra sosyoekonomik olarak düşük düzeyde oluyor olmanın depresyon riskini arttırdığını ekledi.

Bu konuların bizi “Okul kime en çok lazım?” sorusuna götürdüğünü belirten YY, bilim insanlarının ve karar alıcıların bu soru üzerinden ilerlemesi gerektiği fikrini öne sürdü. Çünkü, okulların düşük sosyoekonomik koşullardaki çocuklar üzerindeki etkisinin çok fazla olduğunu, öncesinde de belirttiği gibi sosyoekonomik durumun beyin gelişimindeki en büyük determinantlardan biri olduğunu vurguladı. Özellikle yoksulluk ve eşitsizliğin arttığı, toplumsal huzuru ve barışı etkileyen bir noktaya geldiği ülkemiz ve Amerika gibi modern toplumlarda, okulun eşitleyici bir yararı olacağından ve bu yararı sağlaması için açık olmasının gerekliliğinden bahsetti. Okulun eşitleyici yararını belirleyen etkenlerin başında devamlılık geldiğini yani eğitsel, psikolojik etkilerinin kümülatif olarak ortaya çıktığını vurguladı. Üzerinde durulan diğer bir önemli nokta da bu kümülatif etkilerden en çok sosyoekonomik olarak düşük kesim fayda sağlarken aksine en çok devamsızlığın da sosyoekonomik düzey düştükçe artması oldu. İş hayatına atılma, ev emekçisi olma gibi sebeplerle okuldan kopma durumların en çok yoksul, kalabalık ailelerde, dezavantajlı kesimde bulunan yerlerde olduğunu ekleyen YY, okulların açık olmasının yalnızca sınavlara hazırlanmak ve eğitim görmek açısından değil aynı zamanda toplumun barışını ve refahını bozucu en önemli unsur olan eşitsizliğin giderilmesi açısından da önemli olduğunu vurguladı. Eşitsizliğin aynı zamanda kişinin psikolojik, sosyal ve biyolojik gelişimi için gerekli olan bazı mekanizmalara da erişimini zorlaştırdığını ekledi.

Özdenetim, çalışmayı öğrenme, temel okuma yazma gibi becerileri ve buna dayalı olarak gelişen muhakeme ve dünyayı anlama becerilerinin 5-12 yaş döneminde oluştuğunu ve çocukların bu nedenle okulda bulunması gerektiği örneğini veren YY, bu becerilerin gelişmesi için sınırların sağlandığı, tutarlı mesajların verildiği, çocukların kendilerini güvende hissettiği alanların gerekliliğinden bahsetti. Birçok kişinin hayatında oldukça önemli ve iz bırakan bir yeri olan öğretmenlerin okuldaki varlığının da oldukça önemli olduğunu dolayısıyla onların da ruh halini, tükenmişliğini, gelişkinliğini düşünmemiz gerektiği üzerinde durdu.

Ergenliğin hem özlem hem de değişik duygularla hatırlanmasının yanında toplumsal kimliğimizi edindiğimiz, hayatta kim olduğumuzu ve değerimizi başkaları ile ilişki halinde iken belirdiğimiz, dolayısı ile iş birliği ve rekabeti öğrendiğimiz bir dönem olduğuna değindi YY. Bunları öğrenebilmek için dünyayı özgürce ve güvenli keşfetme, kendi yolunu bulmayı öğrenme olanaklarının olduğu yerlerin olmasının gerekliliğine ve bunları yapılabilecek yegâne yerlerin liseler ve ortaokullar olduğu üzerinde durdu. Özellikle eşitsizliğin dezavantajlı kısımlarında olan kişilerin bunları spor yapma, sanatla uğraşma gibi başka yollardan temin etme olasılığının oldukça az olduğunu, dolayısıyla ülkemizde bir çeşit aydınlanma merkezi olarak da görülebilecek okulların varlığının hala oldukça önemli ve vazgeçilmez olduğunu vurguladı.

Özel gereksinim gruplarının bu bağlamda oldukça önemli olduğunu vurgulayan YY, dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu, otizm spektrum bozukluğu, disleksi gibi nörogelişimsel bozukluklar; depresyon, anksiyete bozukluğu, bipolar bozukluk gibi ruh sağlığı sorunları yaşayan çocukların bu gruba dahil olduklarını ve pandemi dönemi ile birlikte ruh sağlığı sorunlarının neredeyse iki katına çıktığını, kendine zarar verici davranışlar başta olmak üzere ağır sorunların arttığını ve aynı şekilde ev ortamında şiddetin, istismarın, kaosun ve değişik ihmallerin de oldukça arttığını vurguladı. Krizin en önce en zayıf halkayı etkilemesini de bu artışın bir sebebi olarak gösteren YY, okulun bir eğitim ve gelişim alanı olmasının yanı sıra bu anlamda da bir kaçış ve sığınak noktası olabileceğine dikkat çekti.

YY son olarak bu sunum ışığında tartışılması ve konuşulması gereken bazı sorular olduğuna dikkat çekti. İlk olarak “Yoksulluk ve eşitsizliğin ruhsal etkileri ile nasıl başa çıkılabilir, pandemi bağlamında nasıl yaparız, pandemi olmasa da nasıl yaparız?” sorusunu öne sürdü ve pandeminin bu süreçte bir büyüteç gibi zaten var olan sorunu büyüterek gözden kaçmaz hale getirmek gibi işlevi olduğunu ekledi. Bir diğer soru ise “Anne babaların güçlendirilmesi toplumsal koşullara rağmen bir avantaj sağlar mı?” oldu ve bunun yeterli olmasa da önemli olduğunu fakat burada en basit düzeydeki okulun bile sağladığı istikrarın önemli ölçüde avantaj sağlayabildiğini, dolayısı ile başkalarının sağlayamadığı avantajı sağladığını vurguladı. Başka bir tartışma sorusu ise çocuk ruh sağlığı alanında çalışanların ne yapabileceğiydi ve YY bu konuda konuşmanın, politika üreticileriyle birlikte karar vermenin, dezavantajlı durumdaki çocuklar öncelikli olmak üzere çocukların korunması, eğitim hayatına katılması ve bu süreçlerde üstlerine düşeni yapmanın öneminden bahsetti.

Soru cevap kısmına geçildiğinde moderatör yaptıkları bir çalışmadan bahsetti ve bu çalışmada Kistik Fibrozis hastası olan çocukların, sağlıklı kontrol grubu çocuklara oranla anksiyete düzeylerinin çok daha az olduğu sonucuna ulaştıklarından bahsetti. Bu araştırma sonucu ışığında YY’ye çocukların anksiyetesini azaltmak ve depresyondan korumak noktasında ailelerin neler yapabileceği sorusunu yöneltti. YY ilk olarak bu araştırma sonucunda normal gelişim gösteren çocukların pandemi sürecinde psikolojik dayanıklılığın ne kadar zorlandığını ve psikolojik sağlamlık ile ilgili eksikliklerine işaret edildiğini vurguladı ve bu becerilerin okulda elde edildiği üzerinde durdu. Dolayısı ile okulların çocukların sosyal ve duygusal olgunluğunu arttırıcı müfredat dönüşümünün gerekliliğinden ve okulların açık kalması için gerekli gayreti göstermenin öneminden bahsetti.

Bir diğer soru ise “Sosyoekonomik düzeyi düşük ailelerden gelen çocuklar okula döndüklerinde, okulların sunacakları faaliyetlerin sosyal duygusal ihtiyaçları mı akademik gelişimleri mi öncelendirilmeli?” oldu. YY ilk olarak bir ayrım yapılmadan bütün çocukların ihtiyacının ikisi bir arada olan bir düzen olduğu üzerinde durdu ve ülkemizdeki sosyal duygusal gelişim ihtiyaçlarına yönelik eğitimin de oldukça sınırlı olduğunu ekledi. Burada öne çıkan noktanın daha üst düzey sosyoekonomik gruptan gelen kişilerin farklı olarak okul dışı imkanlarla bu gelişimi sağlayabildikleri oldu. Bütün okullarda yapılacak iyileştirmelerden en çok düşük sosyoekonomik düzeydeki kişilerin etkileneceğini ekledi.

Üçüncü bir soru ise okulların açılması konusunda hala tereddütlerin olduğu dolayısı ile neyin yanlış yapıldığı ve okulları açık kalması için neler yapılabileceği üzerine oldu. YY yalnızca ülkemizde değil, birçok toplumda otoriteler ve toplum arasında güven konusunda ciddi bir sarsıntı olduğunu, siyasetçilere olan güvensizliğin toplumun birçok kesiminde bilime olan güveni de sarstığını ekledi. Dolaysı ile bilim insanlarının haksız yere bu güvensizlikten payını aldığını, burada yapılması gerekenin bu güven ilişkisinin tekrar kurulması ve bilimin ne olduğu, siyasetten farklı bir otorite olduğunu göstermeye çalışmaktan geçtiğini vurguladı.

Son gelen soru ise özel gereksinimi olan çocuklarla ilgili oldu ve ailelerin ne yapabileceği sorusu üzerinde duruldu. YY sözüne bu konunun oldukça önemli olduğunu belirterek başladı ve özel gereksinimli dediğimizde yaklaşık her beş çocuktan birinden bahsettiğimizi vurguladı ve artık okullarda özel gereksinimli çocukların sayıca arttığını dolayısı ile okullarda bütün çocuklar özel gereksinimliymiş gibi hareket etmenin doğru bir yol olabileceği üzerinde durdu. Bu anlamda özel gereksinimli çocukların ailelerinin mücadele ve çocuklarına destek olma becerileri ile yol gösterici ve lider bir rol oynayabileceklerini düşündüğünü ekledi. Webinar konu ile ilgili diğer uzmanların sunumları ile devam etti.