sinav

Eşitsizlik Çağının Sınavları

İnsan beyninin gelişim sürecinde gerçekleşen iki ana işlemden birincisi, nöronların yeni dallar geliştirerek diğer nöronlarla bağlar kurması ile başlıyor. Bu süreci bütünleyen “karşıt” süreç ise, nöronların kullanılmayan bağlantılarının budanması (yok edilmesi). Gri maddeyi oluşturan nöronlar, yaşanan olaylar ya da kaydedilen bilgiler ölçüsünde birbirleriyle bağlar kurarak, beraber “hareket” etmeye başlarlar.

Beyin gelişim hızındaki eşitsizlikler ergen sınav adaylarını nasıl etkiler?

İyi sayılan okulların az, o okullarda okumak isteyenlerin çok sayıda olduğu durumlara çözüm olarak getirilmiş SBS ya da TEOG gibi topluca girilen, sık sık kaldırılıp konulan sınavlara değişik zeminlerde
itiraz edilegeldi. Bu yazının en son kaleme alındığı 2010 yazında, SBS uygulaması 6 ve 7nci sınıflardan kaldırılmıştı. Nasıl bir sistemin uygulanacağı, uygulamaların tutarlılık ve saydamlığı bir yana, binlerce birincisi olan sınavlarla ne yapılabileceği belirsiz kalmaya devam edecek gibi gözüküyor. Bu yazıda, sınav sisteminin eleştirisi gibi uzmanlık alanım dışındaki bir konuya girmeyeceğim. Ancak sınavlara giren çocuklara ilişkin, nörobiyolojik ve psikolojik gelişimlerine ilişkin bir eşitsizlik üzerinden bazı görüşlerimi ifade edeceğim.

Sınava ilişkin eşitsizlik eleştirileri arasında en çok üzerinde durulanlardan birisi, bu sınavlara hazırlanma sürecinin ciddi eşitsizlikler içerdiği oldu. Kurslar, özel öğretmenler gibi mali kaynak gerektiren durumlardaki eşitsizlikler ise, ya tarikat dersanelerine fırsat sağladığı, ya da sınıfsal ayrıcalıkları keskinleştirdiği için yoğun eleştiriler aldı. Kimsenin pek kulak asmadığı bu önemli itirazlara ben de bir perspektif eklemeyi deneyeceğim.

Gelişimleri doğal dağılım gereği eşit olmayan çocukların, beyinsel ve zihinsel gelişimlerinin en eşitsiz olduğu dönemde, sadece sorularda eşitliği sağlayan bir sınavlar dizisine girmelerini adaletli görmüyorum.

Gelişimlerinin eşitsizliğinde, sosyal ya da ekonomik farklılıkları da aşan, beyin gelişimine ilişkin bir düzensizlik önemli bir rol oynuyor. Nasıl bir düzensizlik? Önce, gelişimin düzenini hatırlatmaya çalışayım: İnsan beyninin gelişim sürecinde gerçekleşen iki ana işlemden birincisi, nöronların yeni dallar geliştirerek diğer nöronlarla bağlar kurması ile başlıyor. Bu süreci bütünleyen “karşıt” süreç ise, nöronların kullanılmayan bağlantılarının budanması (yok edilmesi). Gri maddeyi oluşturan nöronlar, yaşanan olaylar ya da kaydedilen bilgiler ölçüsünde birbirleriyle bağlar kurarak, beraber “hareket” etmeye başlarlar. Bu yaşantılar ya da bilgiler tekrar tekrar kullanılmadıkları takdirde, nöronlar arasındaki uzantıların oluşturduğu bağ kaybolur; anı da, bilgi de silinir. Bu yolla “gereksiz” doku azalır. Gri maddenin toplam kalınlığında (beynin dış kabuğu) önce bir artış (silinenden çok kaydedilenin olduğu bir dönem), sonrasında da azalma, bir incelme (gereksizliklerden arınılan bir dönem) olur.

İkinci işlem, gri maddedeki incelmeye paralel olarak gelişen, beyaz madde olarak da bilinen destekleyici dokudaki artıştır. Beynin “beyaz” bölümü, nöronların ve oluşturdukları dokuların arasındaki iletişimi sağlayan bir tür “kablo” sistemi olarak görülebilir. Bu kablolamanın verimi arttıkça, daha az sayıda nöron ile bilginin ve yaşantının işlemlenmesi mümkün olur. Beyaz maddenin artışına paralel olarak, birinci işlemdeki incelme döneminin sonucunda (öncekine göre) daha az gri madde ile en az önceki kadar zihinsel etkinlik sağlanır. Bu zihinsel etkinlik artışı, daha hızlı işlem yapma, “bir bakışta anlama”, “cevabın hızla akla gelmesi” gibi sınavlara ilişkin becerilere yansıyacak cinsten bir değişikliktir. Yaşlıların kendilerinden daha zeki çocuk ve gençlere göre daha etkin problem çözücüler olmalarının, konuları pek iyi bilmeseler bile akıl yürütme ile sorunları aşabilmelerinin, deneyimlerini kullanabilmelerinin sırrı bir parça da bu gri/beyaz oranının düşmesindedir.

Özetle, beyindeki gri maddenin zaman içinde azalması, beyaz maddenin çoğalması beyin gelişiminin önemli bir göstergesidir. Özellikle “problem çözümü” ne dönük akıl yürütme becerilerinin, birikmiş deneyim ve bilginin kullanımın bu gelişimsel gösterge ile ilişkisi vardır. peki, bu gelişimin en belirgin olduğu dönem ne zamandır? Bu gelişim hamlesinin ilk basamağı 18-48 ay arasında gerçekleşir. İkincisi ise, 11-14 yaşlar arasında… Hemen her çocuk bu döneme 11 ile 14 yaş arasında bir dönemde girer. Bazıları 11, bazıları 12, bazıları 13, bazıları 14 yaşındayken. Yaklaşık 11 yaşına kadar iyi kötü eşit ivmeyle ilerleyen beyin gelişim hızı, bu gelişim hamlesi döneminde, kişiden kişiye büyük farklar göstermeye başlar.

İlkokul yıllarında (çok eski yıllardaki tipte) benzer sınav uygulamaları yapıldığında, henüz gelişim ivmeleri arasındaki makas henüz çok açılmamıştır. O dönemde, gelişim düzeylerindeki farklılık, ivme farklılığından ziyade o anda gelebildikleri noktanın bir yansımasıdır. Sınava hayatın o döneminde “yakalanmış” olmanın etkisi, beyin gelişim sürati eşitsizliğini pek yansıtmaz. Lise çağının son iki yılı içindeki üniversite adaylarında ise, gelişim hızları tekrar birbirine yakın düzeye erişmiş, gelişimin temel basamakları olabildiğince tamamlanmıştır. Aradaki farklar iyi kötü kesinleşmiştir.

Üç sınıfa yayılmış sınav uygulamasının (şu an için) kaldırılması bu eşitsizliği, sınanma noktası açısından, azaltmış görünebilir. Diğer yandan gelişim süratinin eşitsiz olduğu 11-14 yaş dönemi, sınav bu dönemin son yılında da olsa, 3 yıla yayılacak bir bilgi birikimini ölçecek bir sınava hazırlanma sürecini de kapsamaktadır.

Ondört yaşındaki ergenlerin en az % 25’lik bir kesiminin beyin gelişimleri, doğalarına özgü ve herhangi bir patoloji içermeyen yapısal sebeplerle grubun kalanından daha yavaş ilerlemektedir.

Doğal sebeplerle oluşan ve zaman içerisinde değişme olasılığı olan bir eşitsizliğin, çocukların kaderini tayin edici nitelik kazandırılmış bir sınavın belirleyici olmasına içimiz nasıl razı olacak?

Çocuklar arasındaki kapasite ve eğilim farklılıklarının henüz kesinleşmediği, ama farklılık oluşma süratlerinin de birbirinden alabildiğine farklı olduğu 11- 14 yaş dönemindeki bir hazırlığa dayalı olarak kıyaslamalı ve sıralamalı ölçümler yapmak, bırakın toplumsal ve eşitlikçi eğitim perspektifini, yarışmacı perspektif açısından bile adil değildir.

Hem yaş grupları, hem de cinsiyetler arasında beyin gelişim hızı açısından eşitsizliğin en yüksek olduğu 11-14 yaş dönemini çocukların geleceklerinin belirlendiği sınavlara hazırlanmakla doldurmak büyük bir eşitsizlik ve zarar doğurmaktadır.

ÖSS/TEOG’da DEHB’ye Ayrıcalık Tanınması

Yarışmacı sınavlarda Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) tanılı çocuklara değişik ayrıcalıklar tanınmasını farklı gelişen çocukların temel haklarını ilerletme anlamındaki iyi gelişmelerden birisi olarak görüyorum. DEHB sebebiyle diğer çocuklarda olmayan bir dezavantajlı duruma düşen, kolayca dağılan ve dış etkilere açık oldukları için zorlanan çocuklara ayrı salonda girme ve okutman denetimi uygulamalarının, bir rahatlık getirmesini beklerim. Bu rahatlık sınav başarısını etkileyici mi, değil mi? Özellikle, dikkatin çelinebilirliği yüksek çocuklarda yarar görme beklentimiz daha fazla. İki yönde de örneklere rastlıyorum. Verilerin daha fazla birikmesi gerekiyor. Ancak, bu hakkın tanınması ve kullanılır olması ilkesel olarak iyi bir gelişme.

Benzer ayrıcalıklarda olduğu gibi, fırsatçı ruhlu vatandaşlarımız, “acaba bizim çocuğumuzun da dikkati dağınık mıdır?” (ki “sınavda ayrı salonda ve başımızda bir okutman ile girebilelim”) diyerek harekete geçebiliyorlar. Hakkın kötüye kullanımı olasılığının, resmi çevrelerde bu ayrıcalığın kaldırılması “refleksi”ni doğurmasından çekiniyorum. Çözüm olarak, başvuru tarihinden bir hafta önce “hastalanma”ya (raporlandırma anlamına) kısıtlama getirmek, ya da, tanının bir süredir mevcut olduğunu ve çocuğun bir tedavi gördüğünü/görmeye devamının gerektiğini ön koşul olarak olarak koymak, gerçek ihtiyaç sahiplerini ayırt edici olabilir.

Lise bitirme çağındaki çocukların girdiği benzer sınavlardan birisi olan Amerikan SAT’de, fazladan zaman tanıma gibi uygulamaların da yapıldığını not düşeyim. Bu haklardan yararlananların hem geçmiş durumunun iyi dökümante edilmesi, hem de önerilen uygulamadan yararlanacağının bazı denemelerle kanıtlanması beklenmekte, bir sağlık kurulu raporu ile yetinilmemekte. Fazladan zaman tanımanın yararına inanan uzmanlar olduğu gibi, fazladan zaman tanınsa da, DEHB tanılı çocukların bu sefer de uzatılmış süreye yetişmekte zorlandıkları görülebiliyor. Aktif bir tedavi almakta olan DEHB’li çocuklar, ayrıcalıkların sağladığı diğerleriyle “eşitlenme” olanağını daha iyi yakalayabiliyorlar.

Bu ayrıcalıklardan yararlanarak “iyi bir okul” kazansa da, kazandığı okulda başaramaz diyerek karşı çıkan uzmanlar da var. Diğer yandan, DEHB’nin gelişimsel bir bozukluk olması, zaman içinde ortaya çıkan fırsatların problemin gidişini değiştirmesine olanak tanıyan bir klinik yapı sunar. Ayrıcalıkların sağlanmasını bir “durum eşitleme” olarak görürsek, bu ayrıcalıkları sunup, yararlanıp yararlanmama kararını bireylere bırakmayı uygun görürüm. Bu tartışmanın son sözünü söyleyecek kişinin ben olduğunu düşünmüyorum. Ama, yararlanabilecek bir kişi olsa bile bu hakkın sürdürülmesinin doğru yaklaşım olduğuna inancımla bu paragrafı noktalayayım.

(“Hiperaktif Çocuk ve Ergen Okulda”, Doğan Kitap, 2010’)