DEHB Önlenebilir Mi?

Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) çocukluk döneminde başlayıp hayatın ileri yıllarına devam eden bir nörogelişimsel bozukluktur. Hayatın değişik evrelerinde o evrenin öğrenme, çalışma ve ilişki kurma ve sürdürme gibi gereklerini yerine getirmeye engel olabilecek belirtiler verir.  Örneğin, dalgınlık. Dikkati kolayca dağılabilir, toparlanamaz. Dağınıklık: Derli toplu iş yapabilmesi zordur. Hiperaktivite: Küçük yaşlarda sürekli bir hareket ihtiyacı vardır Dürtüsellik: Bekleyememe, sabırsızlık. Gözü karalık, aklına eseni yapıverme, düşünmeden hareket etme

Bu aşırılıklar hemen herkeste bir çok durumda karşımıza çıkabilir. Ama dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu tanısı koyulması için tek bir aşırılığa dayanarak karar verilmez; birçok aşırılığın aynı anda olması gerekir. Bu aşırılıklar gündelik yaşamı, işlevleri, öğrenmeyi, toplumsal uyumu bozucu olmalıdır.

Tedavinin başlıca hedefi çocuğun ve gencin doğal gelişimine imkan verecek (DEHB nedeniyle aksamış olan) bir düzenin oluşmasını sağlamaktır. Kendini tutmasını, odaklanabilmesini, zahmetli durumlara katlanmasını sağlayacak davranış gelişimi sağlanabildiğinde, zaten gelişmekte olan beyin ve zihin sistemlerinin negatif etkilenmesini engelleyebiliriz.

DEHB tanısı en çok okul çağında konuyor olsa da yaşamın her alanına etki edecek sonuçları olur: Başka psikiyatrik problemler, akademik ve mesleki başarısızlık, kazalara ve tutkunluk yaratan alışkanlıklara yatkınlık, karamsarlık ve mutsuzluk..

Bu sonuçların içinde belki en önemlileri kişinin öğrenmeye, anlamaya olan hevesin zamanla kaybolması, yaşamın sonraki aşamalarında yapabileceklerine inancının zayıflamasıdır. Ilaç tedavileri, psikososyal müdaheleler ve eğitimsel düzenlemeleri kapsayan tedaviler DEHB’yi  kontrol altına alıp, gelişimin doğal yolunu açmayı ve olumsuz sonuçlarının önüne geçmeyi amaçlar.

Koşullar DEHB’nin görülme sıklığını etkileyebilir

Bu kadar ciddi sonuçları olabilecek bir durumun ortaya çıkmasının daha baştan önüne geçmek mümkün müdür? Bir çok nörogelişimsel bozukluk gibi genetik/biyolojik etkenlerin ana rolü oynadığı DEHB’nin görülme sıklığına ilişkin çalışmalar birbirinden çok farklı sayılar ortaya koymakta; yüzde 3’ten yüzde 15’e kadar çıkan sayılar. Toplumun değişik örneklemlerinin taranıp değerlendirilmesiyle elde edilen bu sayıların çalışmaların birbirinden çok farklı yöntemlerle yapılmış olmasına bağlı olduğu düşünülebilir. Ancak aynı yöntemi kullanarak toplumun farklı kesimlerinde ya da ülkenin farklı yerlerinde değişik görülme sıklığı sayıları elde edilebildiğini düşünürsek, DEHB’ye genetik/biyolojik yatkınlığın bir çok başka etken tarafından tetiklenebileceğini görürüz.

Örneğin, Dr Ayşegül Güler ve diğer meslektaşlarımla[1] 2017’de yayımlamış olduğum makaledeki örneklemimizin bir bölümü İstanbul ilçelerinden birisinin orta/üst orta sınıfın daha yoğun yaşadığı mahallelerindeki okullardan, bir bölümü ise daha yoksul kesimin yoğunlaştığı mahallelelerdeki okullardan toplanmıştı. Yoksul okullarda sınıflar kalabalık, öğretmenleri daha sık değişmekteydi. Çocukların birçoğunun evlerinde konuşulan dil Türkçe değildi. Yoksul kesimden gelen öğrencilerde hem anne-babaları hem de öğretmenleri DEHB belirtilerini daha çok bildirdiler. Öğretmenler ailesinin eğitim düzeyi düşük olan çocuklarda DEHB’ye özgü problemleri daha çok gözlerken, (aynı çocuklarda) anne-babalar daha az problem görmekteydiler.  Yoksul mahalle okullarındaki görülme sıklığı orta/üst orta sınıf mahallelerin okullarındakinden birkaç kat daha yüksekti.

Bu çapraşık bulguların bu yazı açısından anlamı ne? DEHB çevresel koşullardan, yoksulluktan, anne-babanın eğitim düzeyinden etkilenerek daha yüksek ya da daha düşük ölçüde görülebilir. DEHB’ye (ya da psikiyatrik problemlere) şüpheyle bakan, bunların sahici problemler olmadığını, ilaç firmalarının, doktorların uydurduğu meseleler olduğuna inanan birçok kişi tanı alabilecek çocuk sayısındaki değişkenliği kendi inançlarının kanıtı olarak görürler: “Nasıl olur da sahici bir hastalık bir bölgede düşük, bir bölgede daha yüksek oranda görülebilir?” oysa, “çevresel” etkenlerin bir durumda rol oynamasını sadece “psikolojik” durumlara özgü saymalı mıyız? Örneğin, görülme sıklığı hava kirliliği ölçüsünde artan akciğer hastalıkları, kötü beslenme ile artan diyabet, ya da yoksulluk ile artan tüberkülozu sahici hastalık saymamak düşünülebilir mi?

Önleyebilir miyiz?

DEHB görülme sıklığına ilişkin sayılardaki artış ve azalmaları anlamak birçok açıdan önem taşır. Örneğin, DEHB’nin görülme sıklığını, ya da bir çocukta ortaya çıkıp çıkmamasını biyolojik/genetik mirasının tek başına belirleyememesi bize önleyici yaklaşımlar için fikir verir. Önlemek için kaçınmamız ya da kontrol etmemiz gereken durumları belirlememizi sağlar. Yoksulluk, eşitsizlik, göçmenlik, sığınmacılık gibi büyük ve çözümü zaman alabilecek toplumsal ve ekonomik olguların ötesinde gündelik kararlarla etkileyebildiğimiz durumlar da olabilir. Örneğin, yaş ile DEHB arasındaki ilişki epeyce araştırılmış bir konu[2]. Aynı sınıfta olup da yılın daha sonraki aylarında dünyaya gelmiş olanlar, aynı sınıftakilerden daha büyük olanlara göre daha fazla DEHB belirtisi gösterir, daha fazla tanı alırlar. Bu çocuklar için daha çok tedavi gereği duyulur. Özellikle okulun ilk yıllarında yaş farklarının aylar ölçüsünde bile etkisi büyüktür. Aynı sınıfın içindeki çocuklarda yaş küçüldükçe yükü taşımak yaşı daha büyüklere göre zorlaşır. O zaman yaş faktörünü DEHB’yi önleyici bir etken olarak kullanmak mümkün müdür? Bu konuyu yaşa bağlı beyin gelişiminin yaşa bağlı değişkenliğine de değineceğim bir yazıya bırakalım. Meraklı okurlar www.yankiyazgan.com ve @yankiyazgancom instagram/twitter hesaplarını izleyebilir.

 

[1]Güler, A. S., Scahill, L., Jeon, S., Taşkın, B., Dedeoğlu, C., Ünal, S., & Yazgan, Y. (2017). Use of multiple informants to identify children at high risk for ADHD in Turkish school-age children. Journal of Attention Disorders21(9), 764-775.

[2] Helga Zoëga, Unnur A. Valdimarsdóttir and Sonia Hernández-Díaz Age, Academic Performance, and Stimulant Prescribing for ADHD: A Nationwide Cohort Study Pediatrics; 11:2012; DOI: 10.1542/peds.2012-0689