Bir mutluluk ansiklopedisi için notlar

Mutlu muyum, mutsuz muyum; keşke bütün mesele bu’ndan ibaret olsaydı. NTV’den arayıp Gallup’un son mutluluk/hayatından memnuniyet anketi sonuçları hakkında görüşümü canlı yayında söylemem için davet eden Rana Çetin’e kafamdan o anda geçenleri saymaya başlamam nasıl bir etki uyandırdı, bilmek zor. Telefonu kapattığımda kafamda oluşanları sizinle de paylaşırsam, belki anlayabilirsiniz.

Bir İngiliz yazara, ya da düşünüre, “mutlu musunuz?” diye sorduklarında, “hayır” der. Ekler: “mutlu olmadığım için mutsuz da değilim”. Beni bu mutluluk ansiklopedisi yazma fikrime tekrar döndürtecek sonuçlar nelerdi? Kabaca: bir ay önce yüzde 80 “mutluyum” derken, neredeyse, bir ay sonra, yüzde 20 “hayatımdan memnunum” demiş. Kim sordu, neden sordu, nasıl sordu, kime sordu, gibi yöntemsel ve hayati önemdeki ayrıntıları “en ideal biçimde yapılmıştır herhalde” diyerek atlayalım.

Anketlerin sonuçları kafamıza yatmıyorsa, metodolojiye ilişkin sorunlar olduğunu öne sürüp, yok sayabiliriz. Gallup anketinin sorularını görmediysem de, araştırmanın güvenilirliğini yüksek (ve sorularını beğenmeseniz de, çok kişiyle yapılmasının hata payını azaltacağını) kabul ederek, sonuçlar hakkında yorum yapabiliriz. Bu çelişkili gözüken yanıtlarla yansıtılan ruh durumunun pekala geçerli ve mümkün, durumun sahiden öyle olabileceğini deneyimlerimizden bilebiliriz. örneğin, bana “nasılsın?” diye sorduklarında sabah vereceğim cevapla, akşamkinin birbirini tutmaması bireysel bir acayiplik değildir, herhalde… Yanılıyor muyum? (dikkat, bu bir Pazar yazısı en nihayetinde).

“Mutsuz musun?” sorusu ise bambaşka çağrışımlar yapabilir. “Yok, o kadar da mutsuz sayılmam” demenin daha kolay geleceğini düşünürüm. Bir de, mutsuzum derseniz, neden olduğunu açıklamanız gerekir ki, bu genellikle mutsuzluğun verdiği sıkıntıyı derinleştirir.

“Hayatından memnun musun?” ile karşılaştığımda ise,  aynı Amerikan lokanta endüstrisinden ithal, masamıza gelen garsonun “nasıl her şey yolunda mı, her şey istediğiniz gibi mi?” biçimindeki samimiyetsiz ama rahat ettirici sorusuna verdiğim yanıttaki gibi: “Evet, balık biraz daha ızgarada kalsaydı, sanki daha iyi olurdu” diyerek derdimi söylerim. Karşımdakinin bu konuda pek bir şey yapamayacağını öğrenmiş olarak, o “oluyor böyle şeyler” anlamında sevimli hareketler yaparak başka bir masaya aynı soruyu sormak üzere yöneldiğinde yakasına yapışmadığımda,  “mutsuz olmama” fırsatı yakalamış olurum. Sıkıntıyı savuştururum.  Mutlu olmadığımız, ama bunun bizi mutsuz etmeye yetmediği durumlara örnekler çoğaltılabilir.

Mutluluk ve halinden memnuniyet gibi bir çoğumuza anlam olarak pek de birbirinden farklı gelmeyecek kavramların bu yakınlığına yanaşan bir üçüncüsü var: keyif. Keyfe gelecek yazıda değinirim diyerek, mutluluk etrafında dolanmaya devam.

Ansiklopedi için bazı fikir çekirdekleri; üzerinde düşünülüp geliştirilecek:

-Üzülmek değil üzüldüğü için üzülmek “arabesk”tir.

-Başkasının mutsuzluğundan rahatsızlık duymak, buna kayıtsız kalamamak,mutlu olmanın bir ölçütü sayılmalıdır.

-Birey olarak içinde olduğumuz toplumun ve parçalarının yaşantısı üzerinde bir etki yaratabildiğimiz ölçüde toplum demokratik biz de mutlu olabiliriz.

-Mutluluk amaçlanarak elde edilecek bir durum sayılmaz. Yaptıklarımızın ve yaşadıklarımızın bir yan ürünüdür.

-Parayla saadet olmaz. Daha doğrusu mutluluk satın alınamaz. Ama parasızlık ve yoksulluk mutlu olmayı zorlaştırır.

-Özgür olmayan toplumlardaki insanların rahatlığını, mutluluk ile karıştırmayalım. Ayrıca rahat batması sendromunu da okurlara anlat.

-Unutmayın, bu bir Pazar yazısıdır. Mutluluğun ne olduğunu en güzel hissettirecek satırlardan bir kısmını “Bugün Pazar. Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar/…” diye başlayıp, “toprak, güneş ve ben./Bahtiyarım” diye biten şiirde bulabilirsiniz.

II

Birkaç ay önce mutluluk ve hayattan memnuniyet gibi konularda bir ay ara ile yapılmış iki ayrı anket arasındaki görünürdeki çelişkiye ilişkin bir soru gelmiş, ben de tam bir cevap ver(e)memiştim. Konuyu hatırlatayım. Bir ay önce neredeyse herkes “ben mutluyum”, derken bir ay sonra neredeyse hiç kimse “ben hayatımdan memnun değilim” diyebilir mi? Bu anketlerin aynı konuları irdelemediği anlaşılıyor. Memnuniyet ile mutluluk arasındaki ayrımı yapabilen bir halkın mensubu olduğumuz için sevinmeliyiz belki de. Durumdan memnun olmamak, mutluluğa neden engel olsun? Mutluyum demek neden memnuniyetsizliği ifadeyi önlesin? Bu sorular bana bir mutluluk ansiklopedisi yazma “ilham”ı da vermiş, ve ilk fasikül için notlarımı almaya başlamıştım.

“Ben olsam” şunu da sorardım:”Geçen ay nasıldınız?  Bu ay nasılsınız?” Mutluluk skorları genellikle geçmişe dönük olarak daha bol keseden verilir. Orhan Pamuk’un “Ne kadar mutluymuşum, bilmiyordum” sözleriyle başlattığı Masumiyet Müzesi’ndeki Kemal’e, “mutluluk dumanı tüten bir silahtır” (“happiness is a warm gun”ın kendimce çevirisi) diyen Beatles’a ve “nerede o eski günler” diyen herkese bakılırsa, mutluluk yaşandığı anda hissedilmeyen, ama hatırlanan bir duygu, bir ruh halidir. Katılmamak mümkün mü?

“Bugünlerini çok ararsın” sözünü duyan her çocuk ve genç, “aslında çok mutluyum da haberim yokmuş, haberim olduğunda da mutluluk gelip geçmiş olacak”  mesajını çıkartması gerektiğini de ancak büyüyünce anlar. Hoş, psikanalist kuramcıların ezeli istirahatgah olarak gördükleri ana rahmindeki durumu mutluluk olarak tanımlarsak, bebeklerin anneleri ile tek parça oldukları zamanın özlemi ile davranışlarına da bir anlam verebiliriz. Aklının bir ucu geçmişte kalmış, mutluluğu yine de gelecekte arayanların, “mutlu ha olduk, ha olacağız” telaşındakilerin bir kez daha düşünmesi gerekiyor galiba. Mutlu olma fırsatlarını görmemizi engelleyen bu arayış tarzı, mutluluğun belki de halinden memnuniyetimiz arttıkça bir yerlerden çıkıp geleceğini telkin eder. Mutlulukla başladık, başka kavramlar ve yaşantıları da ansiklopedi maddelerine eklemem gerektiğini de düşünmeye başladım.

Haklılık. Hak edilmişlik (bir tür haklılık) dediğimizde, onun eşlikçisi “haksızlık” duygusunun öfkeyi nasıl doğurduğuna da bakmalıyız. Haksızlığa uğradığımızı düşündüğümüz her noktada hissettiğimiz öfkeyi daha fazla neden gerekmeksizin içimizde buluveririz. Bu kadar harekete hazır bir duyguyu tetikleyen, karşılıklılık ilkesini çiğnendiğini hissettiğimiz koşullardan ibarettir desem, yanlış olmaz.  Haksızlığın, hayatın dengesini bozan bir durum olarak hemen düzeltilmesi gerekir. Öfke, duygularımızın en hızlısı ve keskini olduğundan ötürü bu dengesizliği düzeltmek, hayatımızı yoluna geri koymak için “ideal” duygudur.

Haksızlık. Haksızlık duygusunun  en büyük problemi ise, “duygunuzda haksız” olma olasılığınızdır. Duyguların akıl işi olmadığını tekrarlayıp durduğumu bilen okurlar kaşlarını çoktan kaldırmış olmalılar. Biraz daha netleştireyim: Size haksızlık yapıldığı düşüncesinde haklı olduğunuzu düşünüyor olabilirsiniz. Genellikle diğer taraftaki kişi de, kendisine haksızlık yapıldığını düşünmektedir.. Belki hakkı nasıl hesapladığınız konusunda diğer kişiden farklısınız. Hesabı nasıl yaptığımızdaki fark, onun almayı beklediği ile bizim verdiğimiz arasındaki açık, “haksızlığın” ölçüsü olur. Hesaplar karıştığında, haksızlığa uğramış iki tarafın öfkesi birbiri ile yarışır. Başkasının hesabının bizimkinden farklı olabileceğini kabul etmek, hatta akla getirmek pek kolay sayılmaz. Öfke kontrolunun ilk adımı bu hesap etme farklarını anlamaktan geçmelidir.

Öfke. “Öfke varsa, haksızlık algısı vardır” bağlantısı her durumda geçerli bir formül mü? Örneğin, göstericilere öfke ile saldıran emniyet görevlilerinin görevlerinin gerektirdiğinin ötesinde sertleşmelerinin ya da siyasi liderin kendisini eleştirenleri ya da kendi kafasındakine ters düşünenleri küçümseyici sözlerindeki öfkenin tek sebebinin haksızlığa uğradıkları düşüncesi olduğunu söylesem, ne desem doğruluğunu gönülden kabul etmeye hazır okurlarım bile şöyle bir yutkunacaklardır. Bazen bir yanlışımızın ortaya beklenmedik bir biçimde pat diye çıkması, yapmaya niyetlendiğimiz (doğruluğundan kendimizin de kuşku duyduğu) yanlış hareketin (bir çevre felaketine yol açabilecek düzenlemeleri “memleket menfaati” için yapmak gibi) sezilmesi (takkenin düşmesi) de bizi kızgın ve öfkeli yapıverir. Ülkesinin ve toplumunun iyiliği için ortaya atılarak yaptığı güzelliklerin anlaşılmaması, hatta protesto edilmesi siyasetçinin anlaşılmadığı, değerinin bilinmediği ve  haksızlığa uğradığı duygusunu tetikliyor belki de. Öfkesine bakınca buradan böyle gözüküyor. Hemen ardından, başkasına haksızlık yapma olasılığının keyif kaçırıcı, suçlu hissettirici etkisinin de öfkeye “değişik bir renk” katması mümkün… “Beni anlamadınız” ve “beni istemediğim gibi (öfkeli) davrandırdınız” katmanlarından oluşma “haksızlık” teması bir türlü başka yere gitmez. Giderek büyür. Suçlanmaya gelemediğimizde, suçlayarak işin içinden çıkmak en kestirmesi olur. Suçu hiç üstlenmeyerek, başkalarına suç atarak masum kalmak istemekteysek, bu “suç”lamalar, masumiyetimizi de müzelik hâle getirir.

Masumiyet.  “Masumiyet kaybedilip bulunan değil, adım adım bina edilen, kazanılan” (hak edilen) bir “durum”dur. Masumiyeti hak ederiz. Haksızlığa uğradığımızda, ya da öyle düşündüğümüzde, masumiyetin elden gittiğini görüyor olmak ise, öfkeyi tetikler. Ülke için iyi şeyler yapayım derken, masumiyetimizi yitirmek gibi.

İyilik. “Zorla iyilik yapmaktansa, iyilikle zorla…” Şekspir, Kuru Gürültü