Ekran anti-bağımlılığı: Uzaktan eğitimin sıcak ve soğuk etkileri

Pandemi dönemi iş ve okul ile ilgisi olanlarımız açısından hiç aklımıza gelmeyen şeyleri yaptığımız bir zaman dilimi oldu. Başımıza gelen bambaşka işleri, hiç yoktan kaybettiğimiz canları, sevdiklerimiz için duyduğumuz korkuyu, yönetenlere duyduğumuz derin güvensizliği,  bilimsel yaklaşımın gerçeği doğru saptayıp geleceği değiştirme kapasitesini yaşayıp gördük, unutmayacağız.

Pandemi döneminde okul bir mekan ve mecra olarak yerini uzaktan eğitime bıraktı. Uzaktan eğitimin simgeleri nelerdi? Ekran, ev, klavye, tablet, internet bağlantısı. Hemen not düşeyim, milyonlarca çocuğun bu erişim olanaklarına sahip olamadı, bir o kadar çocuğun çok sınırlı kaynaklarla bu erişimi sağlamaya çalıştı. Bu yazıda bu sınırlılıkların olmadığı, iyi kötü “ideal” şartlarda olan çocukların ve öğrencilerin yaşadığı zorlukları ele alacağız.

İş hayatında geniş bir tanımla “beyaz yakalı” olarak tanımladığımız kesimin çocukları uzaktan eğitimde ekranla ilişkisi en fazla olanlardı; en azından görünüşte olanakları toplumun çoğunluğundan daha fazla, teknoloji kullanımları daha yoğun ve ellerindeki dijital araçlar yeterli sayıda. Maddi kaynaklarını ne yapıp edip çocuklarının özel okulda okuması için harcadıklarını düşünürsek, çocukların dijital hayatını ve bu kesimin “ekran durumu”nu değerlendirmek için başta sosyoekonomik durum olmak üzere başka önemli faktörlerin negatif etkisinden sıyırarak “steril” bir grup olarak ele alabiliriz.

Beyaz yakalıların daha da kristalize kesimini oluşturan plaza çalışanlarına bakarsak hayatlarındaki değişiklikler çocuklarınınkinden daha az değil. Bitmek bilmeyen iş toplantılarının yerini evin misafir odasındaki ekrandan gün boyu sürüp giden toplantılar aldı. Seyahatler durdu, daha önceden evlerine geldikleri saatleri şaşıran çalışan anne babalar evden çıkmaya değil masadan kalkıp mutfağa gitmeye zaman bulamadılar. Evde ve esnek zamanlı çalışma hayallerinin beklenenden uzak biçimde gerçekleştiği bu dönemde evde işler eksikmiş gibi okul da eve geldi, listeye eklendi. Ya da okul eve taşındı, diyelim. Evden çalışan anne-babalar arasında uzaktan eğitimi yürüten öğretmenlerin de çok sayıda olduğunu belirteyim. Öğretmenler de hem kendi çocuklarının anne-babası, hem de başka çocukların öğretmeni olarak okulu ekran üzerinden eve getirdiler.

Ekranın başından kaldırmak için uğraştığımız çocukları ekran başına oturtmak gibi zorlu bir uğraşa giriştik. Meselenin “ekran”ın ötesinde ekranda daha doğrusu ekranın “içinde” ne olup bittiği ile ilişkisi var; keyif, heyecan ve eğlencenin ön planda olduğu oyun/sosyal medya/vb içeriği çocuğu da yetişkini de ekrana doğru çeker. Bir sonrakine, bir sonrakine tekrar tekrar gitmemizi, sürüp giden küçük anlık haz duygusunu bir yenilik hissiyle veren işlemler beynimizin ödül sistemini aktifleştirir.

Ekran “keyif” olduğunda bastığımız her tuşla bir etki yarattığımız hissini doğurabiliyor, beynimiz bu hissi anında ödüllendiriyorsa, aynı “ekran” okul olduğunda için aynı etkiyi gösteremedi? Bu soru biraz lafın gelişi bir soru, cevabını iyi kötü hepimiz biliyoruz. Öğretmeye çalıştığımız bilgilerin, kazandırmayı amaçladığımız becerilerin çocuklar açısından çekiciliğinin ve keyifliliğinin düşük olması yeni bir konu değil.

İşin ilginci, çocukların bir bölümünün ekrandan öğrenme sürecinde rahat ettiklerini, “daha iyi” öğrenmeseler de sınıftan uzak olmanın (sınıfta olmaya bağladıkları) streslerini azalttığını da görüyoruz. Evde okul uygulamasıyla rahat eden çocuklar ekrandan öğrenme sırasında öğretmenle ve sınıf arkadaşlarıyla sosyal iletişimlerini kendi istedikleri kadar yaptıklarını, sınıf içindeyken kendilerini rahat hissetmediklerini, kafalarının dağıldığını, başkalarının varlığında onların gözünde nasıl olduklarını düşünmekten gerildiklerini ve kendileri dışında herkese benzediklerini söylüyorlar. Okuldayken onları dışlayan ya da hırpalayan çocuklarla karşılaşmaktan evde kalarak kurtulduklarına seviniyorlar. Evden çalışan anne-babalarının yakınında oldukları için günü onları merak etmekle geçirmekten kurtulan kaygılı çocuklar da okula gidememe problemini aşıyorlar.

Bu sırada okula devamsızlığı “alışkanlık haline getiren” yenice bir grup öğrenci beliriyor. Ekran başına oturmayarak okula gitmemiş olan yeni gruptakiler farklı nedenler öne sürüyorlar: dersleri izleyememe, ekran üzerinden canlı ya da asenkron derslerden bir şey anlamama, ama en sık da sınıfta olduklarında onları derste tutan sosyal durumun (baskı, beklenti, çerçeve gibi) olmaması. Okulun öğrenciyi şöyle ya da böyle derste tutan “çerçeve”si zayıflayınca, uzaktan olmanın verdiği uzaktalık bir tür soğukluk yaratıyor. Hani bir oyun vardır, gözü bağlanmış ebe hedefe yaklaştıkça sıcak, uzaklaştıkça soğuk diye bağırarak ipucu verirsiniz; oradaki gibi hedeften uzaklaştıkça soğuyan bir ilişki oluyor.  Okulun akademik kısmı böyle, peki okulun sağladığı sosyal iletişim olanakları uzaktan eğitimde aynı yoğunlukta ya da “sıcaklıkta” mevcut mu? Cevabı belirsiz, henüz.

xxxx

Bu uzaklık ve soğumaya açıklama getiren bir yazıyı daha önce Psk. Çağla Fırat www.yankiyazgan.com da yayınlamıştı (http://www.yankiyazgan.com/dijital-ortamda-egitim-dikkat-ve-odaklanma) “Nedenlerden birincisi, görüntülü/uzaktan ya da çevrimiçi dersler yüz yüze etkileşimden çok daha fazla dikkat ve odaklanma gerektiriyor. Sınıfın duvarlarının arasında ve yüz yüze etkileşim sırasında, beden dili ve beden duruşu, fiziksel mesafe ve el hareketleri gibi birçok sözel olmayan sosyal ipucunu kolayca algılıyor, ve bu ipuçlarına fazla çaba sarf etmeden, sezgilerimizle, doğal olarak yanıt veriyoruz. Bu ipuçları sayesinde karşımızdakinin niyetini anlamamız kolaylaşıyor ve iletişimdeki belirsizlik azalıyor. Ekran üzerinden kurulan iletişimde ise genellikle karşımızdakinin yüzünü veya boynundan yukarısını görüyoruz. Vücudun duruşu, hareketleri, yakınlığı gibi sosyal anlamı olan fiziksel ipuçlarından kolayca yararlanamıyoruz. Bu alışık olmadığımız bir iletişim şekli, sözel olmayan ipuçlarını işlemek için daha fazla dikkat etmemiz gerekiyor; bu da çok daha fazla enerji harcamamız gerektiği anlamına geliyor. Daha fazla enerji harcamak durumunda kalmamız, özellikle ekran aracılığıyla gerçekleşen uzaktan eğitim sürecindeki öğrenciler ve öğretmenler için oldukça yorucu bir durum yaratabiliyor. Fiziksel sınıf içinde öğrencilerin dikkatini toplamak zaten  zorken, uzaktan eğitimde ekran üzerinden eğitim gören öğrencilerin dikkati daha da çabuk dağılabiliyor. Dikkati sürdürmek için gereken motivasyonu oluşturmak da çok zor oluyor.

İkincisi, uzaktan eğitimde “multitasking” diye de bilinen çoklu işlem yapma durumu oluşuyor. Öğrenciler hem sözel olmayan sosyal ipuçlarına odaklanıyor, hem de dersi dinliyor, not tutuyor ve soru cevaplıyor. Dikkat sürekli olarak farklı aktiviteler arasında bölündüğü için, hiçbir aktiviteye tam anlamıyla odak sağlanamıyor. Spor yaparken kitap okumamız ne kadar mümkünse, dijital ortamdaki çoklu işlemler de ancak bu kadar mümkün olabiliyor. Dijital ortamda gerçekleşen eğitimde sınıf içinde olduğu gibi rahatlıkla söz alıp derse katılmak da ayrı bir zorluk; bu da eğitimi daha tek taraflı, tek yönlü  bir hale getirebiliyor.” Tek taraflılık, yoruculuk ve sistemin radikal biçimde yeni olması (ve keyifli aktivitelerdeki yenilik hissinden farklı olarak tedirginlik ve uzaklık yaratması) hem sosyal hem bilişsel zihin sistemlerini aksatmaya yetebiliyor.

BirGün Pazar editörü benden “giderek artan dijital bağımlılık” hakkında yazmamı istemiş, ben de o niyetle bu yazıyı hazırlamaya girişmiştim ki, kendimi başka bir yazı yazmış buldum. Uzaktan öğrenme ortamlarında dijital bağımlılığın hiç gelişmediği, bağımlılığın tam tersi bir tür “anti” formunun oluştuğu, bunun nedenlerinin ise uzaklık ve yakınlık ilişkisi içinde anlaşılabileceği ara sonucunu siz okurların görüşüne sunuyorum. Bağımlılığın tam tersini oluşturan akademik uygulamalardan çıkarak ekran bağımlılığıyla ilişkilendirilen uygulamalara bakınca, ortada yine bir sıcaklık ve yakınlık olmasa bile, bir sıcaklık ya da bir yakınlık ihtimalinin ekran başında oturmayı (“bağımlılığı”) mümkün kıldığını düşünüyorum. Zorlamayan, engellenmişlik hissi yaratmayan, bir adımı tamamlamayı sağlayarak başka bir adıma ilerleten, hiç durmadan ilerlenen “oyun”lar, videolar ya da gezinmeler içimizde bir yakınlık ve sıcaklık hissi doğuruyor. Üstelik belli birisine karşı olmadığı için sahici elle tutulur bir sorumluluk doğmayan ve uzakta kalabildiğimiz ama yakınlık ve sıcaklık hissini alabildiğimiz, yüksüz keyif getiren bu durumlarla ilişkimizden vazgeçmek için bizi ne yüreklendirebilir? Uzaktan eğitim ile uzaktan eğlence arasındaki yarışın kazananı hep baştan belli midir? Sıra dışı bir dönemde bu sorulara hazır yanıtlarla yetinmeyelim.