Size ulaşamıyoruz

Aradığımızda yoktunuz, oysa biz sizin telefon başında bizim sizi arayacağımız anı bekliyor olacağınızı umuyorduk. Neden mi bir daha aramadık? Telefonumuzun şarjı bitmişti, veya telefonumuzun çekmediği bir yerdeydik. Yok, uçaktaydık, kapamamız gerekiyordu. Evet, o sırada aklıma gelmişti, bir sorayım dedim, size ulaşamadık. Soruyu uçaktan indiğimde unuttuğum için bir daha soramadık.

Paragraftaki anlatımı abartılı bulabilirsiniz. Ama neredeyse gerçek olduğunu siz de biliyorsunuz.

Dijital dünya ve dünyalarımıza etkileri üzerine yazılmış yazılardan bıkkınlık gelmiş olabilir. Hep aynı terane diyebilirsiniz, haklı da olursunuz.

Cep telefonları ya da ipadler hakkında yazılanlara bakınca ya eski günlere güzelleme ya da yenilere tapınırcasına hayranlık dışında bir seçenek kalmamış gibi gözükür.

Doktor muayenesi, iş görüşmesi, otobüs yolculuğu, ya da başka lütfen telefonlarınızı kapalı tutun duyurusu yapılan yerlerde canımı al telefonumu alma dercesine bir acıklı ruh haline girmemizin derin sebeplerini bilmek zor.

Karşılıklı otururken telefona bakmadan edemediğimiz her dakika, içinde bulunduğumuz an ve mekanın dışına çıkıyoruz. İçinde olduğumuz an ve mekan, beraber olduğumuz kişilerin tahammül edilmez ve sıkıcı olduğu durumlarda bunu yapmakta bir sakınca görmeyebiliriz (dersler, yönetim kurulu toplantıları, misafirlikler?). Belki içinde olduğumuz yerden ve kişilerden bambaşka bir yere “bağlanmakla” rahatlıyor, aynı anda hem orada hem burada olmanın keyfini yaşıyoruz. Hayaller gerçek oluyor. Peki, bu masum sebep dışında?

Ya önemli bir şey için ararlarsa ve o an cevap verememiş olursam? Belki de hayatımızın en önemli telefonu ya da mesajı, biz metroya binmiş ve yerin yedi kat altındayken gelecek, hemen cevap veremediğiniz için bir daha hiç gelmeyecek olan bu fırsatı tepmiş hatta fırsatı göremeden kaçırmış olacağız.

Ya ben yokken iş yerinde ya da evde önemli bir şey olursa? O gün iş yerinden “off” almaya kalktınız, “biraz erken çıkayım, arkadaşımla eşimle ya da çocuğumla baş başa fazladan birkaç saat geçireyim” diyerek. Erken çıkmanız daha az çalışmanız demek değil, arkadaşlarınız sizi uğurlarken bir çok konu yarım kalmış olduğu için whatsapp’den görüşürüz, dediler. Çocuklarla ya da arkadaşınızlayken, arada whatsapp’inizden mesajlar ile üretimdekilerin mesajlarını cevaplıyor, arada telefonla tarifler veriyor, kendi telefonlarında oynayan çocuklarınıza bir laf atıyor, garsona söyleniyor, önünüzdeki tosttan ısırıklar alıyorsunuz. Zaman geçiyor, eve gidiyorsunuz, ama işten erken çıkmış, kafanızı dinlendirmiş filan değilsiniz. Aksine, kafanız (zihin artı beyin) çifte mesai yapmış durumda. “Multitasking” (bir anda birden çok işi bir arada yapmak) deniyor buna. Aynı zaman dilimine birden çok işi, işlemi sığdırma. Yok, soğanı kavururken etleri doğramak ve bir yandan su içmek değil kastedilen.

Multitasking’de eş zamanlı yapılan işlerin birbirini zorlaştırıcı etkileri olabiliyor, otomobil kullanırken mesaj cevaplamak gibi. Teknolojinin (gündelik dilde şarjı olan aletlere verilen isim) hayatımızı kolaylaştırıcı etkisi neyi kolaylaştırıyor? Aynı anda hem orada hem burada hatta her yerde (sosyal medya gibi) olmaya imkan veriyor. Böylece hayatımızı uzatıyor (yaşantı sayısını arttırdığımıza göre?) ve sığlaştırıyoruz. Ama derinleşmek istediğimiz de nereden çıktı? Sığ, güvenli ve kolay ise, kendimizi zora sokmadan devam etmek, kısacık ömrümüzü multitasking ile uzatmak daha uygun olmaz mı? Bu yöntemi bir ölüme meydan okuma aracı olarak görenler var.

Böylece her yerde mevcut olup hiç bir yerde olmuyoruz. Hiç bir şeyden eksik kalmıyor, ama her şeyi eksik yapıyoruz. Yazılıp da gitmediğimiz spor merkezleri ve lisan kursları, yapmış olmak için yaptığımız (o nedenle yaptığımıza pişman ama aslında yapmadığımızdan ötürü suçlu hissettiğimiz) her şey hayatımızın bir yandan uzamasına ama tadının kaçmasına sebep oluyor.

Seçim sonuçlarına ya da toplumun büyük meselelerde neden öyle ya da böyle davrandığına nasıl olsa pek akıl erdiremediğimize göre, küçük meselelerin yol açtıklarını anlamaya çalışabiliriz.