İş dünyasının beyin bilimlerine ve psikolojiye ihtiyacı var mı ?

“İnsanlar yatırım kararlarını alırken, her zaman pek de öyle mantıklı davranmazlar. Hele koşullar pek öyle açık seçik değilse, ortada net konmuş kurallar yoksa; âdeta bir bahise tutuşmuşcasına hareket ederler.”  Daniel Kahneman, Nobel Ekonomi 2002 Ödülü sahibi

Başlıktakine benzer soruların cevabını arayarak, iş hayatına beyin bilimleri ve davranış bilimlerinin uygulanmasının iyi örneklerini oluşturmak isteyenlerdenim. Yetişkin bireyin hayatının önemli parçalarından birisi çalışmak ise (Freud’a göre, birisi çalışmak, diğeri de, tahmin edileceği üzere, sevmek) psikiyatri ve psikoloji alanında çalışanlar olarak, bu alandan uzak kalamayız, diye düşünüyorum.

Dergilere ve yayınlara, hele popüler konferanslara bakınca, çalışma hayatı deyince sadece iş adamlarının ya da üst düzey yöneticilerinin çalışma hayatının ele alındığı, gözlem ve düşüncelerin âdetâ “büyük şirket” modeline sınırlı kaldığı düşünülebilir. Çalışma hayatının bütün boyutlarını ele alarak, sadece verim arttırma amaçlı olmakla kalmayan, çalışmanın yaşamın güzelleşmesinin bir parçası hatta bir aracı olduğu bir çalışma dünyasının oluşumuna katkı psikoloji ve beyin bilimlerinden pekala beklenebilir. Bunun için nasıl düşünmeliyiz? Yıllar önce yazdığım bir yazıdan alıntılarla toparlayayım.

Beyin işleyişini anlamak: Beyin sisteminin ilkelerini anladığımız ölçüde, farklı koşullarda nasıl çalışacağını kestirebilir; hayatımız üzerindeki etkimizi arttırabiliriz. Beyninin davranış biçimini anlayabilen, hayatının akışı üzerinde söz sahibi olabilir. Hayatının içinde aktığı ortamları daha iyi anlayabilir. Bu ortam, bazen bir “board room”, bazen bir “living room” olabilir. İnsanların olduğu her yerde, beynimizdeki CEO’nun yönetim tarzı davranışlarımızı ve duygularımızı belirleyicidir.

Kararlar, geleceği etkiledikleri ölçüde zorlaşırlar: Geçmiş beynimizdedir. Gelecek de… Genetik etkiler, çocukluğumuzdan getirdiğimiz alışkanlıklarımız ve diğer anılarımız, hayatımızda karşımıza çıkan insanlar, yakaladığımız ya da kaçırdığımız fırsatlar, risk ve tehlikeye cüretkâr ya da cesur yaklaşımımız … Geçmişimiz, en belirgin etkisini zor karar anlarında gösterir.

İş dünyasının beyin bilimlerine, psikolojiye ihtiyacı var mı? Bir süre önce gazetede bir CEO’nun ‘benim için en zor olan yatırım, makine ya da para ile yapılanlar değil insanlara dokunan kararlardır’ dediğini okudum. İşte psikolojik olarak düşünebilmenin bir iyi örneği. Artık birçok yönetici, işlerin insanlarla var olduğunu ve insanları anlamaksızın işlerin iyi yapılamayacağını biliyor. Bunun için de, beyin ve davranış bilimlerinin bulgularından yararlanması gerekiyor. Kitaplar, konferanslar, çalışma grupları Ancak, duygu ve düşünceden söz eden her konuşma ya da kitap, aynı bilimsel nesnellikte değil.  “Sevmek güzeldir”, ya da “olumlu düşünelim olumlu yaşayalım” gibi genel geçer öneriler bir çok yerde psikolojik yaklaşımlar olarak sunuluyor. Diğer yandan da, adının başına “nöro” ya da “biyo” gibi bilimsel kokulu tamlamalar getirilince, bilimsel bir vitrin kazandırılmaya çalışılan, ama bilim ile, beyin ile ilişkisi bundan ibaret yaklaşımlar da bolca…

Bilimsel görüş tam olarak nedir o zaman? Bilimsellik, çokça kullandığımız, ama içinin doldurulmasına giderek daha çok ihtiyaç duyulan bir kavram.  Bilimsel görüş sadece belli bir mantık silsilesi izleyen bir görüş değildir. Doğruluğu sadece söyleyenin uzmanlığına dayanamaz. Bilimsel görüş, en çok görüşü öne sürenin eleştirmeye, eksiğini bulmaya çalıştığı görüş… Deneysel olarak kanıtlanabildiği ölçüde, sağlamlaşan, ama hiçbir zaman kesin ve sağlam “hissetmeyen ve hissettirmeyen” görüş… Bilimsel bakış açısı, kuşku duyan, emin olmayan, bu yüzden de rahat durmayıp cevap arayan bakış açısıdır. Bilimsel düşünüşün iş hayatında yeri olmasına bir çok kişi dudak bükebilir; çok farklı düşünüş şekilleri olduğunu söyleyebilir. Bilimsel düşünüş şekli, olaylara bakış açılarımızı mutfakta bile farklı kılabilir; iş’te neden olmasın? Beyin ve davranış ilişkisini anlamak böyle bir şey, zaten.