Hayatımdan Memnun muyum, Hayat Benden Memnun mu?

(İpek İzci’nin Hürriyet Pazar için Eylül 2020’de sorduğu sorulara yanıt)

Hayatımdan memnunum, diyebilen 15 yaşındaki gençlerin oranı ülkemizde yüzde 53. Bu araştırmada yer alan ülkelerin hemen hepsinde aynı oranın yüzde 70 ve üzerinde olduğunu düşünürsek, böyle bir listenin sonunda yer almak mutsuz edici, gençlere ve geleceğe ilişkin bir harekete geçmeyi zorunlu kılıyor. UNICEF raporundaki verilerin kaynağı olan PISA verilerinin başka bir analizinde ülkemizdeki öğrencilerin başarısızlık korkularının yüksekliği dikkat çekmekteydi. Ayıklayıcı bir sistemde, başarı sınavda en önde olmak, başkalarını geri bırakmaktan ibaret olunca başarısızlık korkutucu oluyor. Üstelik başarılı olmanın kazanmaya yetmediğini de görüyoruz. Bu durum mutsuz edici olduğu gibi aşılamaz bir durum izlenimi de veriyor; umutsuzlaştırıyor. Umut, ya da geleceğe dönük kendisinden beklentilerin olumlu olması ise kişinin sadece kendisine bağlı değil, çevresi, ailesi ve ülkesinin durumu belirleyici. Umut, geleceğe dönük engellerin aşılabilirliğine inanabilmek, korunacağına ve destekleneceğine güvenmek… Mutsuzluk umutsuzluk ile birleşince tatsız ve hayatın her boyutunu tehdit eden bir durum ortaya çıkıyor. Çok ciddiye almalıyız.

Türkiye’deki çocukların neden hayatlarından memnun olmadıklarına ilişkin verilere bakalım. Benzer bir düşük memnuniyet oranının bildirildiği 2015 Öğrencilerin İyi Olma Hali Raporunda (https://tedmem.org/mem-notlari/degerlendirme/pisa-2015-ogrencilerin-iyi-olma-hali): Türkiye’deki öğrencilerin okul ile ilgili kaygıları yüksek, okula aidiyet duyguları düşük. Zorbalık yaygın, her 5 öğrenciden 1’i ayda en az birkaç kez akran zorbalığına maruz kalıyor. Öğretmenlerinin kendilerine adil davranmadığını düşünenlerin oranı yüksek. İlginç olan öğretmenler de kendilerine sistem içinde adil davranılmadığını düşünmekte. Kendisini duygusal ve fiziksel olarak rahat ve güvende hissedebilme ihtiyacı her paydaşta mevcut.

Gençlerin iyilik halini ne belirler? Fiziksel ve ruh sağlığının yerinde olması, sağlıklı beslenme olanakları, fiziksel ve duygusal olarak güvenli ortamların varlığı, kendilerindeki yetenekleri geliştirme fırsatları, kendileriyle ilgili veya kendilerini etkileyecek kararlarda söz sahibi olmaları, ihmalden, şiddetten veya zorbalıktan uzak olmaları, zorluklarla başa çıkma ve problem çözme becerilerini kazanmaları öğrenme olanakları ve riskli davranışlardan kaçınmaları, temel akademik becerilerin yeterince gelişkin olması. 

  • Gençlerin gündeminde başkalarıyla ilişkileri ve geleceğe ilişkin kaygıları önemli bir yer tutar. İlişki deyince, sadece arkadaşlar değil, anne babalarıyla olan ilişkiden beslenmeleri, öğretmenleriyle anlamlı bir alışveriş kurmaları… Kendileri dışındakiler için bir şeyler yapabilme fırsatları. Gençlerin bu ilişki alanlarındaki kaçınmaları ya da istenmeyen davranışlarının önemli bölümü kendilerini anlamak ve anlatmaktaki eksikleri, buna paralel olarak da başkalarına zihinlerinde yer verebilmekte ve kendilerini bir büyük dokunun anlamlı parçası hissedebilmekte yetersiz kalmaları.
  • Gençlerin ve gençlerin hayatında yeri olanların duygularının farkında olmaları, başkalarını ve kendilerini anlama yolunda önemli ve öğretilebilir bir beceri. Özellikle sosyal ve duygusal gelişimi esas alarak bir okul iklimi yaratmayı amaçladığımızda, yaşamın zorluklarıyla başa çıkmak ve bunu başkalarıyla işbirliği içinde yapmak için gereken beceriler geliştiriliyor. Aynı çerçevede duygusal güvenliğin olduğu, gençlerin sesinin duyulduğu ve dinlendiği bir ortamda aidiyet ve barışçı iletişim oluyor. Bu konularda geliştirilmiş kuramlara dayalı programlar fark yaratabiliyor. Sadece gençlere “bir şey öğretme”ye değil gençlerin içinde bulunduğu ortamın yapıtaşları olan öğretmenler, yöneticiler ve anne-babalara dönük çalışmak esas; zira bu gençlerden öte yetişkinlerin sorumluluğu.
  • Toplumda sosyal ve ekonomik eşitsizliğin arttığı, şiddetin ve ayrımcılığın hakim iletişim dili olduğu durumlarda gençlerin hayattan memnuniyeti, mutsuzluğu kaçınılmaz olarak artıyor. Ancak sosyal duygusal gelişimi önceleyen bakış açıları bu umutsuzluk verici tablolarda gedikler açabiliyor.
  • Okul öncesi eğitimin ve bakımın yaygın ve önemli olduğu ülkelerde bu şekilde büyümüş gençlerin hayatlarından daha fazla memnun oldukları görülüyor. Bu bakış açısını uygulamak için lise yaşlarına gelip hayatın altüst olmasını beklememek, çok erkenden harekete geçmek önemli.

Zaman önemli bir parametre.

Anne-babaların çocuklarının gelişiminde kendilerinden beklenen rolleri oynamaları için bir önemli ihtiyaç zaman. UNICEF raporunda ailenin çocukla geçirebildiği zaman mutlulukla doğrudan bağlantılı görülen önemli bir değişken. Ülkemizdeki çalışanların nerdeyse yüzde 65i (listedeki ülkelerde ortalama %39) ev yaşantıları ile iş taleplerini dengeleyemediklerini belirtiyor. Verilere biraz daha bakınca bu durumun çalışma saatlerinin uzunluğu ile orantılı olduğunu görüyoruz. Özellikle kadınların çalışma hayatı ile çocukların gelişimi arasında bir tercih yapmak zorunda kalmadığı bir işleyişe ihtiyaç devam ediyor. İyilik ve memnuniyeti öngören bir başka önemli konu da, dışarıda (sokakta, parklarda, doğada) geçirilen zaman. Çocukluktan başlayarak dışarıda  doğada geçirilen zaman,  farklılıklarla karşılaşmayı, hayatın her zaman istediğimiz gibi olmayabileceğini ve buna nasıl uyum sağlayacağımızı, engelleri kabul etmeyi ve aşmayı öğrenmeyi  mümkün kılıyor.

Ne yapalım?

  • Okulları, öğrencilerin akademik olarak geliştiği bir yer olarak görmenin yanı sıra öğrencileri sosyal ve duygusal anlamda da kuvvetlendiren ve öğrencilerin etrafındaki diğer insanlarla bağ kurmasına imkân veren bir yer olarak görelim.
  • Gündelik sıradan sohbetleri daha çok yapalım, her anımız hesap sorma hesap alma şeklinde geçmesin.
  • Çocuğumuza sesini duyurma imkanı verelim, nutuk atmayalım, sormadıkça sırf kendimizi rahatlatmak ve söylemiş olmak için öğüt vermeyelim.
  • Gerçek sorunları görüp tartışmaya ancak bu sohbetlerle sağlanan sıcaklıktan sonra geçebiliriz.
  • Çocuklarımızın hayatına sahici bir ilgi gösterelim, ne yaptın ne ettin dışında nasılsın, nasıl hissediyorsun diye soralım. “İyi değilim” deme hakkını verelim, öyle dediğinde konuyu kapatmak yerine ne oldu ve ne yapabiliriz sorularını da soralım.
  • Anne babaların çocuklarıyla güvene dayalı ilişki kurması çocukların okul içindeki sosyal ve duygusal gelişimini de akademik gelişimini de olumlu yönde etkiler. Bu gelişimden kazanılanların ömür boyu kalmasını sağlar.